17 Ağustos 2019
17 Ağustos 1999 Büyük Marmara Depremi’nin 20. yılında, bir deprem ülkesi olan ve hem Ege bölgesinde yine depremlerle, bugün yine İstanbul’da sel ile tekrar tekrar hatırladığımız Türkiye’de afetlere karşı son derece hazırlıksız olduğumuzu bir kez daha tespit ediyoruz.
Türkiye’de en çok can ve mal kaybının yaşandığı en büyük ikinci deprem olarak tarihe geçen 17 Ağustos 1999 Gölcük Depreminde 2010 yılı Meclis Araştırma Raporu’na göre 18.373 insanımızı kaybettik. 285 bin 211 ev ile 42 bin 902 iş yeri hasar gördü. 133 bin 683 binanın kullanılamaz hale geldiği deprem sonrası yaklaşık 600 bin yurttaşımız ise evsiz kaldı. Yaşanan bu felaketten sonra ikibinin üzerinde dava açıldı. Davaların çok büyük çoğunluğu zaman aşımına uğradığı için sonuçlanmadı.
Yaşadığımız kayıplar birer rakamdan ibaret değil. 17 Ağustos 1999 depremi hafızalarımızda hala taze; ancak geçtiğimiz 20 yılda ders alınmadı, atılan adımlar güvenli ve yaşanabilir çevreler yaratmak yerine toprak rantı açgözlülüğüne bırakıldı. Yapılı çevrelerin oluşturulmasında, depreme dayanıklı yapıların inşası ve denetlenmesitam bir muamma haline getirildi. 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun, yapı üretim süreci denetimini müteahhitlere emanet etti. Son günlerde ani yağışlar sonrasında gördüğümüz yıkımlar; yaşam alanlarımızın biçimlendirilmesinde, yapıların inşa süreçlerinde hiçbir doğrunun olmadığını açık seçik gösteriyor.
İnşaat Mühendisleri Odası’nın raporunda Türkiye’de bulunan 20 milyon yapının yarısının güvenli olmaktan uzak, ruhsatsız ve kaçak inşa edildiği; İstanbul’da bulunan 2 milyon yapının yarısının da aynı durumda olduğu belirtilmektedir. “İmar barışı” adı altında gerçekleştirilen imar affı ile bu yapıların “parayı verenin affedileceği”, hiçbir mühendislik hizmeti almayan ve kamusal denetime tabi olmayan, son rakamlara göre 2,5 milyon yapıya ruhsat verilecektir. Bir deprem ülkesi olduğumuzu görmezden gelerek gerçekleştirilen bu uygulama derhal durdurulmalıdır.
Afet toplanma alanlarımız birer birer AVMlere, gökdelenlere bırakıldı. 2001 yılında Acil Eylem Planı’nda İstanbul için belirlenen 496 Afet Toplanma Alanları’nın bugün erişilebilen sayısı 77. Artan nüfusa oranla yeni toplanma alanları yaratmak şöyle dursun, ileride yapılaşma olmaması için yasal düzenlemesi yapılmayan bu listedeki alanların sayısı azaldı, rant hırsıyla işgale açık hale geldi.
Deprem sonrası kullanılacak 562 Birinci Derecede Acil Ulaşım Yolu’nun akıbeti ise belirsiz. Varolan acil ulaşım yolları da yeterli denetim yapılmadığından araç işgali altında. İmar artışlarıyla artırılan yerleşimlerin yoğunluğunun aksine, sosyal donatı alanlarının sayısı, sokakların, yolların genişliği arttırılmadı tersine azaltıldı. Bu ihtiyaç, afet yaşanmazken kentsel yaşamın kendisinden var olmakta; afet anında ve sonrasındaki 72 saatte de özellikle toplanma alanlarına erişim/tahliyeler için hayati önem taşımaktadır.
Kentlerimizde afet kriz yönetimi olmadığını her yağmur yağdığında dahi görmekteyiz. İş cinayetlerine ‘fıtrat’ diyen, İstanbul’da yoğun yağışlar sonrası yıkılan binaların haberlerine ‘doğa olayı’ olarak alıştırmaya çalışan, kentlerimizdeki sel felaketi sonrası alınması gereken önlemleri kadere havale eden söylemler karşısında, bilimin, tekniğin toplumun çıkarına kullanılması gerekliliğini bir kez daha görmekteyiz.
Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi