7 Mart 2019
İstanbul (3.) Havalimanına sık sık gitmek durumunda biri olarak izlenimlerimi ve düşüncelerimi yazmak istedim. İstanbul Havalimanı “kamu-özel işbirliği” kapsamında 22 milyar 152 milyon Euro ihale bedeli ile 76.500.000 m² proje alanına Cengiz – Kolin – Limak – MAPA – Kalyon Ortak Girişim Grubu tarafından yapılmıştır.
Yeni havalimanına belli merkezi yerlerden az sayıda ve belli saatlerde kalkan Havaist servisleri veya Mecidiyeköyden kalkan H-2 ile gidilebilmektedir. Ulaşım ücretinin pahalı olması (Kozyatağı 25TL, Zincirlikuyu 18TL) ve mevcutta az uçak uçması dolayısıyla Havaist servisleri az sayıda yolcuyla havalimanına ulaşmaktadır. Havalimanına giderken uzun bir süre hiçbir kentsel yerleşim görmediğiniz çevre yolundan gitmekte, havalimanına yaklaştığınızda yol kenarlarında ciddi oranda Recep Tayyip Erdoğan reklamı ve “Yeni Türkiye’yi inşa ediyoruz.” sloganına maruz kalmaktasınızdır. Çünkü ilk açılışı 29 Ekim 2018’de yapılan, ismi bile henüz netleşmediği için girişteki tabelaların boş kaldığı, çok yakınına büyük bir cami yapıldığı görülen havalimanı; ekonomisi inşaat sektörüne dayalı “inşa edilen” yeni Türkiye’nin en büyük sembol mekanlarından biri durumundadır.
Fotoğraflar Evrim Güzelce tarafından çekilmiştir.
Havalimanına varınca kuzey ormanlarının yok edilerek bir havaalanı inşa edildiğini ve şu an boş olan arazilerin çoğunun ileride yapılaşmaya açılacağını anlamaktasınızdır. Trafiğin az olduğu bir saatte Mecidiyeköy’den 40-50 dakikada ulaşabildiğiniz; fakat iş gidiş-çıkış saatlerinde 2 saate kadar süren bir yolculuğun, 2020 yılında hedeflenen 100 milyondan fazla yolcu ve yapılaşmanın artmasıyla ulaşım süresinin daha uzun olacağı ise kesindir. Bu haliyle hele de metro inşaatı tamamlanmadan açılması sebebiyle, yakın bir gelecekte erişiminin çok zor olacağı aşikardır.
Onlarca kurutulan göl, eski maden atığı üzerine yapılan (bu sebeple inşa edilirken defalarca toprak kayması yaşanan) ve rüzgar enerjisi tribünlerine çok yakın bir havalimanı… Zemin yapısından dolayı yağmur yağdığı zaman işçi yerleşkelerini ve otopark alanlarını su basmakta ve daha ilginci “burası hala şantiye alanı denerek” doğal karşılanmaktadır. Bir ay sonra Atatürk Havalimanı’nın tamamen taşınarak İstanbul Avrupa yakasının bütün uçuşlarının sağlanacağı İstanbul Havalimanı hala şantiye alanıdır. Binlerce işçi ve beyaz yakalının çalıştığı, işçilerin barınma yerlerinin yağmur yağdığında su bastığı, hijyenden uzak, vaktinden önce açılması sebebiyle baskıyla uzun saatler çalışmaya zorlandığı bir şantiye…
İstanbul Havalimanının ilk izlemi; boş ve terk edilmiş AVM’leri andıran bir yapı görünümündedir. Devasa bir kütle olmasının yanında her katı 2000 m2 olan 7 katlı 5 bloklu otoparka sahiptir. Havalimanına geldiğinizce çok kısa bir sürede güvenlik kontrolünden geçebiliyorsunuz; çünkü burası 1 ay sonra Avrupa’nın en büyük yolcu kapasitesine sahip havalimanı olacağı iddia edilse de şu an nerdeyse ölü durumda bir havalimanıdır.
Giriş kapılarında korunmanız için içinize su serpmesi niyetine havalimanının kendisi kadar devasa bir nazar boncuğu karşılamaktadır sizi. Yapıldığı alanın yüzde 72’sinin orman, yüzde 8’inin göl, yüzde 6’sının mera, fundalık, tarım arazisi, yüzde 14’ü maden sahası olan, yer seçiminin baştan yanlış yapıldığı, zemini ve iklimi sorunlu, uçuş güvenliği tartışmalı, şimdiden zararı vatandaşın sırtına yüklenen havalimanını tasarlarken nazar boncuğunu unutmamaları yerinde bir karar olmuş denebilir.
İstanbul Havalimanı, ne bilimsel açıyla ne de yolcu bakış açısıyla kabul edilebilir değildir. ÇED raporlarında yapılan usulsüzlükler, halkın hiçbir evresinde karar alma mekanizmasına katılmadığı havalimanı projesinin zarar göreni yine halk olmuştur. Orman ve su alanlarını kaybettiği, “uçuş güvenliğine” güvenemediği, erişimi son derece zorlu olan bir havaalanına verilen yolcu garantisi yerine getirilmediğinde ülkenin emekçileri alın terinden sermayedarın zararını ödeyecektir. Her şeyiyle yeni havalimanı doğaya zarar vererek ölü doğmuş bir bebektir.
*Evrim Güzelce – Şehir Plancısı, toplumcumeclis.org