İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’na ilişkin ayrıntılı tartışmalar yapmadan önce, genel bir çerçeveyi çizmek ve tartışmaları bu bağlama oturtmak gerekmektedir. Meclis’imiz bileşeni konunun uzmanı ve tarafı kişiler tarafından, söz konusu yasanın tek tek her maddesine dair ayrıntılı görüşler uzun tartışmalar sonucunda oluşmakla birlikte, yasanın kendisini tartışmanın tek başına anlamlı olmadığı düşünülmektedir. Bu bakımdan aşağıdaki genel bakışımızı kamuoyuna iletmek anlamlı olacaktır.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği ilk önce sınıf mücadelelerinin bir parçasıdır ve toplumsal ilişkiler bütününde incelenmeli, sonrasında işyeri bazında işçilerin hakları ve kazanımları doğrultusunda ele alınmalı, en son aşamada ise teknik bir konu olarak değerlendirilmelidir. Söz konusu yasa tasarısı konuyu yalnızca teknik boyuta indirgemiştir. Konunun en önemli boyutları, ancak çalışma yaşamındaki iyileştirmelerle ve özel olarak İş Kanunu’ndaki emekten yana düzenlemelerle çözülebilecekken, bu alanı piyasalaştıran, sorumlulukları “işveren vekilleri” sıfatıyla “iş güvenliği uzman ve yardımcılarına” nasıl yıkarız saikiyle hazırlanmış bir yasa karşımıza çıkarılmıştır.
Kısaca işçi sağlığı ve iş güvenliği “teknik” boyutları da olan, ama bu boyutu tali önem arz eden toplumsal bir konudur. Çerçeveyi çizmek açısından üç başlığı tek tek ele almak yararlı olacaktır:
1. İSİG sınıf mücadelelerinin ve toplumsal ilişkiler bütününde incelenmelidir.
Hiyerarşinin en üst noktasına sınıf mücadelelerini koyduğumuzda, doğal olarak “iş kazaları neden olur?” sorusu da daha netlik kazanmaya başlayacaktır. İşçi sınıfının daha az ücretlerle, daha fazla çalıştığı, çalışma saatlerinin belirsiz olduğu, taşeronlaşma, güvencesiz ve güvensiz çalışma yaşamının tali değil, geleneksel üretim yapısının yerini alan asli emek rejimi haline geldiği, bir süreç yaşanmaktadır. Bu sürecin önemli bir boyutu da, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda emekçi sınıfların kazanımlarını kaybetmesi, daha fazla ve daha şiddetli iş kazaları ve meslek hastalıklarının kurbanı olmasıdır. Emek ve sermaye arasındaki ilişkiye bakıldığında ise, emekçi sınıfların pek çok kazanımını kaybettiği, kapitalizmin kuralsız, esnek ve baskıcı çalışma koşullarının, taşeronlaşmayı asli bir üretim şekli haline getirdiği görülmektedir. Kapitalizm sürekli kar etmek ister, kar etmek için de sürekli üretmek ve büyümek zorundadır. Kar etmek için insan emeğini sömürmek, emek sömürüsünü, tek tek emekçiler bazında sömürü oranını artırmak zorundadır. Tek bir emekçiyi düşündüğümüzde artı değerin artırılması için:
-Ücretleri düşürülmeli,
-Ücreti aynı kalsa da daha uzun ve yoğun çalıştırılmalı,
-Ücret haricindeki tüm giderleri ortadan kaldırılmalı veya azaltılmalıdır.
Ancak bunları ortaya koyduktan sonra ikinci aşamaya geçilebilir ve tartışılabilir.
2. İSİG sınıf mücadelelerinin bir yansıması olarak şirket ölçeğinde, işin örgütlenmesi başlığında incelenmelidir.
Uzun, yoğun ve yorucu çalışma ile birlikte, işyerlerindeki risklere karşı alınması gereken iş güvenliği önlemlerinin alınmaması olgusu zorunlu olarak kendisini işaret etmektedir. Büyük işletmelerde verimliliği artırmak için iş güvenliğine önem verildiği doğru olmakla birlikte, bunun fazla bir masraf getirdiği düşünüldüğünde hemen kısıntıya gidilen ilk “masraf” kalemidir, küçük işletmelerde ise böyle bir kalem düşünülmemektedir bile. İş güvenliği ve işçi sağlığında en önemli noktalardan birisi işin uygun bir şekilde planlanması, örgütlenmesi ve tüm bu aşamalarda işçilerin katılımının sağlanmasıdır.
Örneğin son yıllarda hastalık derecesinde yaygınlık kazanan alışveriş merkezi ve hidroelektrik santral (HES) inşaatlarına yoğunlaşmak yararlı olacaktır. Herhangi bir alışveriş merkezinde dükkan açacak veya HES inşaatını bitirip devlet teşviklerinden ve kısıtlı üretim süresinden (çoğu HES’in ömrünün 10-15 yıl olduğu belirtilmektedir) dolayı hemen üretime geçmek isteyen firmalar, özellikle de büyük firmalar, projenin zamanında yetişmesi için eğer kiracılarsa ”mal sahibini”, eğer kendileri önceden satın almışlarsa ”ana yüklenici” firmayı sürekli sıkıştırırlar. Zamanında yetişmemesi durumunda, mağaza veya HES açılışı gerçekleşemeyecek, üretim veya satışlar yapılamayacak ve zarar edilecektir. Her ne kadar sözleşmede bunlarla ilgili cezai şartlar konmaya çalışsa da, bu sürece girmek yerine yukarıdan sürekli bir baskı vardır. Bu tür inşaatlar her zaman büyük bir ”ana yüklenici” tarafından gerçekleştirilir. Ana yüklenici firma işi parçalara ayırır, işi paylaştırır zira sürekli çalıştığı ”alt yüklenici” firmalar ve alt yüklenicilerin de sürekli çalıştığı ”taşeron” firmalar veya ”işçi ekipleri” vardır (alt yüklenici deyimi, hukuksal açıdan taşerondan farklı olmasa da, burada görece büyük firmaları belirtmek ve genel algıda taşeron olarak görülün küçük firmalar-işçi ekiplerinden farkını koymak amacıyla kullanılmaktadır). Ana yükleniciden alt yüklenicilere, alt yüklenicilerden de taşeronlara/işçi ekiplerine sürekli işi zamanında yetiştirmeleri yönünde bir baskı yapılır. Hızlı, yoğun ve stresli çalışma koşullarında, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri tamamen gereksiz olarak görülür.
Aynı ortamda 3-4 yerine 9-10 işçi ekibinin bir anda çalışması, işin yetişmesi için kısa bir sürede aşırı kapasite zorlaması (10 makinanın konacağı yerde 20 makinayla üretim yapmak, kısıtlı sahalara haddinden fazla iş makinası yığmak gibi) Tuzla tersanelerinde dip dibe çalışan iş ekiplerinin yaşadığı gibi fiziksel olarak da iş cinayetlerini kaçınılmaz kılacaktır. Keza çok sayıda taşeronun bir anda üretim sahasına sokulması, bunlar arasındaki koordinasyonsuzluk parıltılı projelerin ardında büyük firmaların değil, aslında 5-30 kişilik birbirinden bağımsız, kimi zaman deneyimsiz ve eğitimsiz, güvencesiz, yoğun emek sömürüsüne maruz kalan iş ekipleri bulunmaktadır! Tüm bunlara, işçilerin işin örgütlenmesinde ve planlanmasında herhangi bir şekilde katılımının olmadığı da eklendiğinde işçiler verilen emirleri harfiyen yerine getiren otomatlar haline gelecektir.
3. İşçi sağlığı ve iş güvenliğini sağlamak için etkin korunma, önleme stratejileri uygulanmalıdır.
Tüm yukarıdaki hususlar söylendikten sonra işin “teknik” boyutuna geçilebilir ki, yalnızca bu boyuta yoğunlaşmak işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda bir ilerleme sağlayamaz. İSG yasa tasarısının yalnızca bu alana yoğunlaştığı, bu alana da tamamen eksik ve yanlış bir şekilde eğildiği Meclis’imiz tarafından tek tek yasa maddeleri ele alınarak defalarca belirtilmiştir. İlk iki başlıktaki sorunlar çözülmeden, teknik çözümler yetersiz kalır, göz boyamanın ötesine geçemez. Bu hususlarda da bakış açısının son derece eksik ve yanlış olduğu görülecektir.
İşyerlerindeki risklere biraz yoğunlaştığımızda, her türlü üretim sürecinin kendine has riskler barındırdığı görülecektir. Kimyasallar, tozlar, yüksekte çalışma, kesici batıcı cisimler, elektrik, makina kullanımı hepsi de işçileri tehdit eder. Güvenli bir çalışma için “İşçiler eğitimsiz ve verdiğimiz kişisel koruyucuları kullanmıyorlar (baret, gözlük, eldiven, emniyet kemeri gibi)” söylemi riskli çalışma ortamlarında belki de söylenecek en son hususlardan birisidir. Zira iş güvenliği uzmanları açısından riskleri önleme hiyerarşisinde en önemli husus “ortam”ın değiştirilmesi ve güvenli hale getirilmesidir. Bunun için sırayla aşağıdaki hususlar vurgulanmalıdır:
a. Tehlikeli işlerin yapılmaması gerekir. Örneğin: Kot taşlama insanlık için zorunlu bir iş değildir. Kot taşlamayı sağlıklı ve güvenli bir şekilde yapmak için işçilerin tam anlamıyla bir astronot gibi giyinmesi şarttır, aksi takdirde silikosis hastalığı çok kısa zamanda kesinlikle ölümlere yol açmaktadır. Yapılması gereken kot taşlamayı yasaklamaktır! İşçilere verilecek eğitim ve maske gibi kişisel koruyucuların anlamı bulunmamaktadır.
b. Tehlikeli maddelerin, yöntemlerin, araç ve ekipmanların kullanılmaması gerekir. Örneğin Asbest kanserojen bir maddedir. Kullanım kolaylığı ve ucuzluğu nedeniyle özellikle inşaat sektöründe kullanılır. Dünya Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, her yıl asbest yüzünden 100 bin kişinin yaşamını yitirdiği tahmin edilmektedir. Üstelik dünyada asbest üretimi 1970’lerden bugüne sürekli azalmasına rağmen, geçmiş dönemde temasta bulunanlar için risk hala devam emektedir. Türkiye’de daha yeni yasaklanmakla birlikte, evlerimizin çatılarında ve tesisatlarda hala bulunmakta olup, tamir ve bakım işlerinde ortaya çıkabilecek riskler hala yerinde durmaktadır. “Kentsel Dönüşüm” yağmasıyla birlikte yıkılacak binlerce binanın yaratacağı risk sadece işçiler için değil, toplum için de yeni bir kanser dalgasının habercisi olacaktır. Bunun yerine daha sağlıklı malzeme kullanılabilir, ancak kapitalizm ucuz, verimli, karlı olanı, tehlikeli de olsa sonuna kadar kullanmakta ısrar eder ve karşılığında binlerce işçiyi öldürür. Mücadeleler belli bir noktaya gelince yasaklanır ve “cezalar” verilir
c. Tehlikeli işlerde, risklerin azaltılması gerekir. Aşırı kar hırsı daha riskli çalışma ortamları yaratmıştır. Tehlikeli işleri ortadan kaldırmak mümkün değilse ve tehlikeli maddeleri kullanmak zorunluysa, üçüncü aşamaya geçilir ve risklerin azaltılmasına çalışılır. Ama bunun için de esas ulaşılması gereken nokta ilk önce ortamın güvenli hale getirilmesidir. Örneğin binlerce insan yüksekten düşme sonucu yaşamını kaybetmektedir, bunun için yüksekte çalışma sırasında, korkuluk, düşmeye karşı ağ sistemleri kurulmalıdır. Yasal olarak da zaten tüm bunlar zorunluluktur.
d. Kişisel koruyucuların kullanımı sağlanmalıdır. Ancak kişisel koruyucuların iş kazaları ve meslek hastalıklarını önlemede temel başlık olmadığı bir kez daha vurgulanmalıdır. İşin bir başka boyutu ise, genel olarak kişisel koruyucu malzemelerin işçileri rahatsız etmesi, çalışmayı zorlaştırması, özellikle hızlı çalışmaya zorlanan işçilerin, kişisel koruyucuları kullanmaları halinde birim zamanda daha az parça/iş üretmeleri ve bu ekipmanı kullanmama eğilimine girmeleridir.
e. İşçilerin yaptıkları işler konusunda eğitilmeleri gerekmektedir. Tüm yukarıda sayılanlar yapıldıktan sonra eğitim ve kişisel koruyucular önemlidir denebilir. Örneğin iskelede çalışan bir işçi, standartlara uygun bir iskelede çalışmalı, korkuluklar kurulmalı, ondan sonra emniyet kemeri olup olmaması ve işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alıp almaması tartışılmalıdır.
Kısacası İSG yasa tasarısı sorunun yalnızca son başlıklarına eğilmekte, ancak tamamen yanlış bir bakış açısıyla olaya bakmaktadır.