- Yazan Aysel Tekerek
Üzerinden henüz iki yıl geçmedi Van depreminin. Ancak daha ilk gününden bu yana, Van depremi tüm boyutları ile ölçülmeyi hak ediyor. Son yıllarda yaşadığımız en büyük deprem olması ve sonrasında halkın payına düşenin değişmediğini gösteriyor Van depremi. Ancak aynı deprem, faşizmden kardeşliğe, Kürt sorunundan özerklik tartışmalarına, AKP’nin yıkım politikalarından insan yaşamına biçilen değere kadar birçok başlığı tartışma düzleminden “görünür kılma” düzlemine geçirmesi açısından da önem taşıyor…
Köy yakma, köy boşaltma 90’lı yılların devlet politikalarından biriydi.Van’ın kenar mahallerine taşınan yoksul Kürt halkının evlerinin ortak bir özelliği vardı. Köylerinde kapılarını dahi kilitlemeyen aileler, göçten sonra yaptıkları evlerin bahçelerini büyük duvarlarla çeviriyorlardı. Bir halkın köyünden çıkması bile yetmiyordu canını sağlama almak için. O duvarların çok azı yıkıldı. Ancak kent ve ilçe merkezlerinde boyları giderek büyüyen ve her gün yenisi eklenen binaların duvarlarının birçoğu yıkılıvermişti. Halkın ortak düşüncesinde Van’ın gelişme sembolü olan binalardı bunlar. 23 Ekim’le birlikte gelişmişliğin sembolleri bir bir yıkılmıştı. Sınır tanımayan neo-liberal dönüşümün deprem faturası ağır oldu. Bine yakın ölüm, binlerce yaralı, yıkılan yüzlerce ev. Ancak Van depremi geriye enkazdan daha fazlasını bıraktı.
Yaşanabilecek ne varsa…
23 Ekim ve 9 Kasım depremleri, devletin ölçmeye çalıştığı faşist hezeyanları, “ilk gün ordaydık” yalanını söyleyip depremin birinci yılında şov yapmak için Van’a giden bir başbakanı,deprem planını yandaş haritasına göre planlayan AKP’yi,üç gün sonra yıkılacak bir oteli adres gösteren valiyi, AKP’nin akil listesinde yerini, ”ilahi ikaz değerlendirmesi” ile o zamandan sağlama alan yobaz kalemleri, masanın üstüne çıkarak “tüm bunlar üniversite açıldığı içindir” diyen fırsattan istifadecileri, “her ne kadar Van’da yaşanmış olsa da” diye deprem haberini veren utanmaz televizyoncuları açığa çıkardı. Gizli değillerdi. El birliği ile bir doğal afeti katliama dönüştüren sistemin aktör ve figüranları depremin altından ancak bu yüzleri ile kalkmaya çalışıyorlardı. Ancak artık enkaz binalardan ibaret değildi.
Diğer bir yanda ise, kardeşlik eli uzanıyordu. Kimisi bir kolonya, kimisi cebine sakladığı bir miktar paranın olduğu bir mont gönderiyor, kimisi ise başbakandan önce Van’a varıyordu. ”Dayan yetiştik Van. Dinar halkı” imzası ile yolda hızla giden tırı da gördü Van halkı,yıllık iznini o an kullanan doktoru da. Okullarından toplanan üniversiteliler, bende yanınızdayım diyerek ortak çadırlarda gece nöbeti tutan aydınlar, sanatçılar, Van Belediyesi’nin oluşturduğu kriz merkezine adını yazdıranlar Van halkına güven ve umut veriyordu.
AKP, çözümü halkı kentten topluca uzaklaştırma, dönemsel göçe zorlama yolunda bulmuştu. Depremzedelerin gidiş biletleri ceplerine sıkıştırılıyor, ancak dönüş biletlerini soracak zaman dahi tanınmıyordu. “Kim olsa bunla baş edemez” propagandası bilinçli bir şekilde mülki amirlerce yaygınlaştırılıyordu. Çöken eğitim, sağlık, kamusal hizmetleri bölgeyi insansızlaştırma yöntemi ile kamufle etmek halk düşmanı bir iktidarın kendine uygun tek yöntemi oldu.
İşte bunları hep biz yaptık…
“Van’da hayat normale döndü” şarkısı, çok erken söylenmeye başlandı. Göçe mecbur bırakılan halkın büyük toplamı gidince hayat konteynerlerden ibaret bir yaşama dönüştü. Kamuoyuna açıklanan sayı konteynerlerde yirmi bin kişinin kaldığı yönündeydi. AKP, bunu büyük bir başarı olarak sunmayı ancak bazı şirketlerin reklamları aracılığı ile dolaylı yoldan yapabiliyordu. Vanlılara bunu bir başarı olarak anlatmak neredeyse imkânsız,ülkenin tamamına anlatmak ise şimdilik akıl kârı değildi. Asıl final TOKİ’lerin açılışına saklandı.
Ancak aradan geçen on aya yakın sürede, AKP’nin hesaplarında, Suriye’deki savaştan TOKİ sahtekârlığına, kentsel dönüşüm projelerinden büyükşehir kararına, “Van’ı da istiyorum” açıklamasından sonra gelen belediye başkanı tutuklamasına kadar ne ararsan vardı.
Suriye meselesi, AKP’nin elinde patlayan ilk yalan oldu. Daha TOKİ’ler tamamlanmadan konteynerlerde kalan halka çıkma baskısı yapıldı. Kurulalı bir hafta olan Van Depremzedelerle Dayanışma Derneği’ni acilen bir konteynere çağıran depremzedeler, vali yardımcısını beklemeye başladılar. Vali yardımcısı, konteyner kentin neden boşaltılacağını anlatmaya çalışırken, bir gencin sorusuna verdiği cevap her şeyi gözler önüne sermeye yetmişti. “Konteynerlerinereye götüreceksiniz peki?” diyen gence vali yardımcısının verdiği cevap, “Muş ve Diyarbakır’a” oldu. Depremzedeler ise “oralarda deprem oldu da bizim mi haberimiz yok” deyince vali yardımcısı ağzındaki lokmayı daha fazla tutamayarak “Suriye’den gelen kardeşlerimize” deyiverdi. AFAD ve Kızılay’ın resmi sitelerinde de görüleceği gibi, Suriye’deki çeteleri beslemenin maliyeti, Van depremine ayrılan kaynağın neredeyse üç katını geçmişti. Yalanlarla konteynerleri boşaltamayacağını anlayan AKP, bu defa konteynerleri kimi zaman susuz, kimi zaman elektriksiz bırakmak ve sıfır bakım ile yıldırma politikası uygulamaya başladı. Ancak halk o kadar yoksul, hala ayakta olan evlerin kiraları o kadar yüksekti ki, çoğu depremzede insanlık dışı koşullara planlı bir şekilde mahkum ettirildi.
Van belediye başkanının tutuklanması ise, sadece siyasi bir gözdağı değil, taze acılardan kaçıp dönen depremzedeleri bekleyen sorunlar yumağında halkı dayanaksız bırakmanın bir yolu olarak hesaplandı. AKP bu yöntemi çok sevmişti çünkü. Bu da sökmedi.
TOKİ’lerin cilası ise çok erken döküldü. VANDEPDER’in ortaya çıkardığı bazı gerçekler meclise sunulan soru önergelerinde halen cevap bekliyor. Bu gerçeklerin belirgin özelliği AKP’nin depremzedeyi düpedüz müşteri yerine koymasıydı. Konutlar afet gerekçesi ile yapılmış ama afet kapsamına alınmamıştı. Çünkü bedelli idi ve Mamak’ta yapılan ortalama değeri elli beş bin TL olan konutlardan bile daha pahalıydı. Marmara depreminde dahi alınmayan, altyapı giderleri ve bazı diğer maliyetler Vanlı depremzedelerden hemen istenmeye başlamıştı. TOKİ’lerin ilk rüzgârda çatısı uçmuş,sizi toplu yaşamaya alıştıracağız söylemi büyük kızgınlığa yol açmıştı. AKP bir kez daha sınıfta kalmayı hak etmişti.
* Bu yazı 17 Ağustos 2013 tarihli SoL gazetesinin SoL Bakış köşesinde “Afetler ve kapitalizm” başlıklı dosyada yayınlanmıştır. Dosya kapsamında yayınlanan diğer yazılara aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.