Yarışma ortamı, tasarımcıların özgün üretim yapabilmesi, yapılan üretim aracılığıyla bir söz söylenmesi, farklı söylemleri tartışmaya açması açısından mimarlık pratiklerinin üretildiği bir tasarım stüdyosu olarak nitenebilir. Aynı zamanda, kamu yapılarının ihale yerine yarışma ile projelendirilmesi, nitelikli bir jüri, adaletli bir değerlendirme, politik ve bireysel çıkarların söz konusu edilmediği durumlarda demokratik bir katılım süreci sunuyor. Fakat, jürinin yarışmayı açan kurumun istek ve ricaları doğrultusunda hareket edecek üyelerden belirlenmesi (proje yapım maliyeti, uygulanabilirliği konusundaki derecelendirme anlaşmaları dışında) gibi birtakım karşılıklı anlaşmalar dizisini içeren yarışmalar, demokratik katılımın sorgulanabilirliğini bile ortadan kaldırıyor. Bunlarda sermaye, mevki ilişkileri üzerinden güzellemeler yapılarak karşılıklı sırtlar sıvazlanıyor.
Aynı zamanda, uzmanların, akademisyenlerin görüşleri alınmadan ideolojik yaklaşımı bir güç gösterisi şeklinde ortaya koyan projeleri, ama yine de “yarışma” tacıyla süsleyince toplumda bir anda zihinler bulanıyor. Goethe’nin yarattığı Faust karakteri, dünyayı nasıl ve ne şekilde olursa olsun değiştirme güdüsü ile gündelik yaşamda hayat buluyor. “Yarışma” kelimesi sihirli dokunuşuyla, tasarımcı kişinin var etme egosunu dürtüyor, toplumda da demokrasi algısını uyandırıp demokratik olmayan bir sürecin sunuşundaki kıvraklık sayesinde bu ikircikli durumun üstünü örtüyor. Bunun en yakın örneğini Çamlıca Camisi yarışmasında gördük. Bu yarışmanın kent silüeti, mimari program yer ilişkisi vb. mimari sorgulamalarının yanı sıra, iktidarın kent silüetindeki güç sembolünün yaratılması, toplumun mukafazakarlaşmasının hakimiyet olgusunun kent mekanına yansıması gibi ideolojik okumalarını göz ardı eden pek çok kişi, yarışma söyleminin büyüsüyle bu yarışmaya katıldı.
Seranit Yapı Grubu sponsorluğunda gerçekleştirilen “Yarışmayla Yap” projesi de tam da bu Çamlıca Camisi tartışmalarının süregeldiği zamanda hararet kazandı. Kentsel dönüşümün resmiyete döküldüğü günlerde de “Cumhuriyet’in en büyük imar hareketi” için alternatif bir yaklaşım modeli olarak sunuldu. Tehlikeli olan ise yarışma kelimesinin sihiri ile bu modelin, proje üreticilerinin sistem içerisindeki konumlanışı nedeniyle çoğunlukla kabul görmesidir.
“Yarışmayla Yap” söylemi, üretilen tüm projelerin yarışma ile üretilmesinin onanması şeklinde iktidara söylemi üzerinden el veriyor. Tasarım camiasının üzerine çöken bu söylemin arkasında kim var peki? Seranit Yapı Grubu…
Seranit, Müsiad’ın 21. Olağan Genel Kurulu’nun altın sponsoru olur…
Seranit Granit Seramik Sanayi Ticaret A.Ş.’ye ait granit seramik fabrikasının açılışını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yapar…
Seranit, dünyaya açılmayı hedeflemektedir…
AKP’nin büyüttüğü sermaye grupları arasında yer alan Sinpaş grubu şirketlerinden Seranit, “Yarışmayla Yap” diyerek bu söylemle tasarım camiasını kendi çatısında birleştirmemiş midir? Böylelikle artık her şey kontrol altındadır. Egemen ideolojinin yansıtıldığı projelere muhalefet söylemler bile kontrol altındadır. Aynı zamanda bir diğer tehlike de, bir süre sonra bu danışıklı dönüşük sürecin kirlenmişliğinin farkında olan tasarımcıların nitelikli de olsa yarışma sürecinden izole olacak olmasıdır.
Bu durumda yarışma yoluyla mimari proje elde edilmesini, günümüzde Türkiye’nin içinde bulunduğu nesnelliği analiz etmeden yorumlamak mümkün değildir. Mimarlar, tasarımcılar topluma karşı sorumlu olduklarını unutmamalı, bu refleksle Faustvari bir tutum takınmadan hareket ederek yarışmaların arka planındaki dinamikleri sorgulayıcı bir davranış sergilemelidir. Yoğun imar faaliyetlerinin başlatıldığı bir dönemde bu söylemin somutluk kazanması yaşanan (mekansal ve toplumsal) dönüşüm için yapılan bir meşruiyet mücadelesidir. “Yarışmayla Yap” iktidarla, sermaye grubunun yaptığı bir anlaşmadır!