İster teknik olsun, ister hukuki olsun yapılacak soruşturmanın sağlıklı olmasının ön koşulu sistemin bütün olarak değerlendirilmesini sağlamaktan geçmektedir. Bütünlüklü bir değerlendirme yapılabilmesi için de toplumun yaşananlardan örgütlü bir şekilde hesap sormasının gerekliliği açıktır.
Soma’da yaşanan maden kazası sonucu resmi rakamlara göre yaklaşık 300 işçi kardeşimiz hayatını kaybetti. Ancak bu rakamların gerçeği yansıtmadığı, ölen işçi sayısının bunun çok üzerinde olduğuna dair iddialara karşı devletin kamuoyunu inandırıcı bir açıklama yapamadığını da görüyoruz. Madeni işleten şirket kaza sırasında madende 787 işçinin bulunduğunu açıkladı. Ölen, yaralanan ve kurtulan işçilerin kimliklerinin açıklanmaması güvensizliği arttırırken, kazanın araştırılması ve sorumluların ortaya çıkarılmasına dönük güvensizliği de büyütmektedir.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği sisteminin sağlıklı işlediğinin en önemli göstergesi işe ve işçiye dair kayıtların ve bilgilerin düzenli, şeffaf ve ulaşılabilir olarak tutuluyor olmasıdır. İşçi sağlığını tehdit eden güvensiz durumun, tehlikelerin ve sonuçta oluşabilecek kazanın engellenmesinin en önemli koşulu analiz ve ölçümlerin düzenli olarak yapılıyor olmasıdır. Soma’daki kazanın başlangıcından itibaren ortaya çıkan durum ise, tutarsız bir çok bilginin, sayının ve sonradan yalanlanan birçok haberin kamuoyuna yansımasıdır. Bu durum kazaya ilişkin korkutucu tablonun gizlendiğine dair kuvvetli bir algı yaratmıştır ve sonraki gelişmeler bu algıyı daha da güçlendirmiştir.
Kazanın nedeninin önce trafo patlamasına, sonra bilinmeyen bir nedene bağlanmasının bilim ve teknik açısından açıklanabilir bir yanı yoktur. 1900’lü yıllarda ortaya çıkmış olan ve iş kazalarının %2’sinin öngörülemez, kaçınılmaz, tanrının işi gibi hiçbir bilimsel araştırmaya dayanmayan nedenlere dayandırıldığı argüman bugün Soma’da yaşanan bu ölçekteki bir kazanın üzerine savunulmaktadır. Teknolojinin bugün geldiği nokta itibariyle kaçınılmazlık tartışması anlamsızlaşmıştır. Maden işletme ölçeği açısından çok daha yüksek oranlarda üretim gerçekleştiren bir çok ileri kapitalist ülkede madenlerde ölümlü iş kazaları sayısı neredeyse sıfırlanmıştır. Bugün teknolojinin gelişmişlik düzeyi, madenlerde başından itibaren bütün işlem ve proseslerin planlı ve programlı bir şekilde işletildiği, her türlü riskin analiz edilerek bu risklere uygun senaryoların ortaya konulduğu ve bu risklere karşı alınacak önlem ve uygulamaların sistemli bir hale getirilmesine olanak tanımaktadır. Ölçümlerin insan hatasına yol açmayacak şekilde otomatikleştirilmesi ve kaza sonucu dışarı çıkışların uzaması durumunda uzun süre yaşamaya izin veren sistemler söz konusudur. Kaçınılmazlık değerlendirmesinin yapılmasından önce bütün bunların değerlendirilmesi gereklidir. Bütün bunların üzerine teknolojinin engelleyemediği bir durum halen mevcut ise o iş yapılmaz, yapılmamalıdır.
Soma’daki maden için bütün bu durumlara ilişkin hiçbir resmi bilgi kamuoyuna yansımamıştır. Çalışma Bakanlığı’nın işletmenin mevzuata uygun çalıştığına ilişkin açıklamasının haricinde firmanın kazaya ilişkin sorumluluğu olmadığına dair açıklamaları mevcuttur. İçeriden geldiği söylenen birçok iddiaya göre ise, kazaya yol açacak nedenlerin önceden bilindiği ve yapılmaması gereken çalışmalar neticesinde kazanın olduğu yönündedir.
Buradaki önemli tartışmalardan biri de, tehlikeyi görebilecek ve önlemleri alacak teknik ve uzman olan çalışanların sorumluluğuna ilişkin olandır. Madenin sahibi olan Alp Gürkan açıklamasında madendeki gelişmeleri kendisinin bilemeyeceğini zaten madene 3 ya da 4 kez geldiğini belirtmiştir. 6331 sayılı kanunun özüne de yansıyan, sorumluluğu teknik ve uzman personele yıkma durumu kazaya ilişkin yapılacak soruşturmalarda dikkatle değerlendirilmelidir. Bugünkü kuralsız, baskıcı çalışma rejimi altında, çalışanların işverenin baskılarına karşı koyabilmesi çok sınırlıdır. Özellikle maden işletmelerindeki rekabet koşulları ve bunun oluşturduğu üretim baskısını teknik personelin güvenlik açısından karşılayabilmesi mümkün değildir. Ciddi bir tehlike durumunda, madende üretimin durdurularak, madenin boşaltılması halinde ortaya çıkabilecek günlük zararı düşündüğümüzde teknik personelin, mevzuata göre değil, üretimi engellemeden sorunu nasıl engelleriz diye düşüneceği açıktır. Bütün bu nedenlerden dolayı, teknik ve uzman personelin sorumluluğunu, bugün yaşanan çalışma yaşamındaki baskılardan ayrı düşünmek yanlış olacaktır.
Soma’da yaşanan kazanın en önemli nedenlerinden biri de, 80’li yıllardan itibaren madenlerdeki özelleştirme süreçleri, taşeron uygulamalar ve rödovans sistemidir. Bu süreç madenlerdeki çalışma düzenini parçalamış, bütünlüklü analizlere, değerlendirmelere ve çalışmalara ihtiyaç duyan işçi sağlığı ve iş güvenliği, sistemini bozmuştur. Fazla çalışma, esnek ve kayıtdışı çalışma bir gerçeklik haline gelmiştir. Böylesi bir rekabetçi işgücü piyasasının sonucunda ise, maliyetli bir işçi sağlığı ve iş güvenliği sisteminin yerine, maliyetleri düşürecek bir çalışma sisteminin tercih edilmesi kadar olağan bir şey de olamaz.
Bütün bu gerçeklerin üzerinde, Soma’daki maden katliamının soruşturulması sürecine giriyoruz. İster teknik olsun, ister hukuki olsun yapılacak soruşturmanın sağlıklı olmasının ön koşulu sistemin bütün olarak değerlendirilmesini sağlamaktan geçmektedir. Bütünlüklü bir değerlendirme yapılabilmesi için de toplumun yaşananlardan örgütlü bir şekilde hesap sormasının gerekliliği açıktır.
Volkan Çalı