Bakanlar Kurulu’nun Saraçoğlu Mahallesi üzerinde mevzuat denemesi yapmadığını kabul edersek, mahallenin tüm değerleriyle korunması işinin TOKİ zihniyetine bırakıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Maliye Bakanlığı yetkilileri diledikleri kadar “koruma” kavramını içeren cümle kursun, içinde yaşadığımız hakim kent yaklaşımı Saraçoğlu Mahallesi ve Ankara açısından en önemli “risk” olmaya devam edecek.
Saraçoğlu Mahallesi, Ankara’nın kent belleği içinde önemli bir yere sahip, Cumhuriyet tarihinin ilk toplu konut projesi. Yerleşkenin sınırlarını kuzeyde Kumrular Caddesi, güneyde Yahya Galip Caddesi, doğuda Milli Müdafaa Caddesi ve Güvenpark, batıda ise Necatibey Caddesi belirler. (Resim1)
Yerleşke tarihi, her ne kadar projelendirilmesi ve inşası 1940’lı yıllara denk düşse de; aslında Ankara’nın 1929 tarihli Jansen Planı’na kadar uzanır. Ankara’nın 1924-25 tarihlerinde Lörcher tarafından hazırlanan planının o zamanki koşullarda gelişen kentte yetersiz görülmesi üzerine, 1927’de açılan yarışmayla yeni imar planını yapma hakkını Hermann Jansen kazanır. Jansen’in planı 1929’da tamamlanır ve bugün kent merkezinin omurgasını oluşturan, tarihi kent merkezi Ulus’tan başlayarak Bakanlıklara kadar kesintisiz devam eden aks bu planda tanımlanır. (Tankut, 1998) Planın bir parçası olarak Güvenpark, Bakanlıklar, Meclis ilişkisi tanımlanırken; bu dönemde, daha sonrasında Saraçoğlu Mahallesinin inşa edileceği kısım da konut bölgesi olarak belirlenir(Resim2 ). Jansen, bu alanda kent ve kırı birleştiren bir kentsel tasarım anlayışının ürünü olan “garden city”(bahçe şehir) anlayışını yansıtan bir belirlemede bulunur.
Yapımına 1944 yılında başlanan ve 2 yılda tamamlanan Saraçoğlu Mahallesi’nin (Madran, 2013) hem kentsel hem mimari tasarımını İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye davet edilerek, 1944 yılında Türkiye’ye yerleşen Alman mimar Paul Bonatz yapar. (Nicolai, 2011) (Resim 3)
Alanın tasarımında şehircilik açısından döneminde de takdir gören, insan ölçeği ile ilişki kuran bir yaklaşım sergilenmiştir. Alanın topografyası ile ilişkili bir tasarım yapılmış; çukurda kalan kısımlara kat sayısı az olan, yüksekteki kısımlara ise daha yüksek katlı yapılar yapılarak zengin perspektifli, bulunduğu tepeyi taçlandıran başarılı bir tasarım anlayışı ortaya konulmuştur. (Sayar, 1946)
Öte yandan bu projeyi önemli kılan bir diğer özellik ise, sadece konutlardan ibaret bir yapılaşma olmayıp gerçek bir “sosyal konut” anlayışına sahip olmasıdır. Bu yaklaşımı geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden, Türkiye’de “koruma” denildiğinde ilk akla gelen insanlardan biri olan ODTÜ Öğretim üyesi Emre Madran, Mart 2013’te Solfasol Dergisi’ne yazdığı yazıda şöyle açıklar:
“Mahallenin en önemli niteliği sadece konutlardan oluşmamış olmasıdır. 435 lojmanın yanı sıra okullar, sosyal amaçlı binalar, dükkânlar, dinlence ve oyun sahaları ile bir sosyal proje olarak düşünülmelidir. Halen Namık Kemal İlköğretim Okulu olarak kullanılan mahallenin okulu, kulüp olarak, yani sosyal bir merkez olarak tasarlanan, ama Adnan Ötüken’in girişimiyle 1948 tarihinden itibaren doğru bir kararla Milli Kütüphane olarak kullanılan bölüm, kütüphanenin arkasında yer alan yeri ve niteliği az bilinen bir çocuk bakımevi, halen Çankaya Kaymakamlığı olarak kullanılan ve bazı belgelere göre mahallenin ilk yönetim yapısı olan yapı, basketbol sahaları, tenis kortları ve voleybol sahaları hakikaten bir “kartiye”, bir “quarter” oluşturmuştur.” (Madran, 2013)
Öte yandan kentsel açıdan bu kadar değerli olan yapılar bütününün konutlar kısmının mimari tasarımı ile ilgili, yapım yıllarından itibaren çeşitli eleştiriler yapılır. Yapıların dış cephelerine gereğinden fazla önem verildiği, ulusal mimari öğeleri dahil etmek adına plan şemalarının cepheye feda edildiğine dair eleştirilerin yanı sıra kullanım açısından da oldukça sorunlu olduğu ifade edilir. (Akcan, 2009) Zeki Sayar 1946 yılında Arkitekt Dergisi’nde Bonatz’ı şöyle eleştirir:
“İyi bir şekilde hal edilen vaziyet planı hilafına blokların oryantasyon nazarı dikkate alınmadan gelişigüzel konulduğu, yalnız dış mimari tesir arandığı, küçük bir tetkikten anlaşılmaktadır. Dairelere gelince maalesef bunların plan tertibi hiç de başarılı değildir. P.Bonatz mahallenin şehirciliğinde ne kadar muvaffak olmuşsa, apartmanlarda bunun aksine bir çok hatalara düşmüştür. (…) A,B,C,D,E,F tipleri üzerine hazırlanan planlarda, ne bir ucuz mesken bünyesi ne de konfor vardır. Dairelerin planları umumiyetle iyi tertiplenmemiş, fikrimize göre cephelerin mimarisine feda edilmiştir. Bu yüzden bazı tiplerde garip bir taksimat meydana gelmiştir. A tipi buna bir misaldir. Bu tipte her katta üç daire vardır. Her iki baştaki dairelerde, servis sahası(koridorlar, hela, mutfak, banyo, balkon) ikamet sahasının %83ü kadar yer işgal etmektedir. Hele iki yatak odası arasındaki aralığı oda saymamak icap ederse bu nispet çok fazlalaşır ki, bu da halk tipi yapı prensiplerine katiyen uygun değildir.(…) A tipi planda banyodan helaya geçiş F tipi planda keza banyodan hizmetçi ve sandık odasına geçiş gibi, bizim sosyal hayatımızla hiç de telifi kabil olmayan garip sureti hallere tesadüf olunmaktadır.” (Sayar, 1946)
Mimarisine yapılan olumlu/olumsuz birçok eleştiri varken, vaktiyle bu kadar tartışılmış, günümüz ihtiyaçları itibari ile de çağdaş konut koşullarından uzak bulunurken; nedir Saraçoğlu Mahallesi’ni bugün değerli kılan?
Bir yapının korunmasına esas değerleri tartışılırken bakılması gereken kimi nitelikleri vardır. Bunlar yapının çeşitli özelliklerinin yapı ile bütünleşerek yapıya kattığı değerlerdir. Örneğin; bir yapının yapıldığı dönemin mimarisini, yaşam biçimini, o dönemin yapım tekniği ve malzemelerini, plan şemalarının biçimlenişlerini vs. yansıtması; o yapının aynı zamanda bir belge niteliği taşıması anlamına gelir. Bu bahsettiğimiz özellikler o yapının “belge değeri” ni belirler. Aynı zamanda yapıların kendi yaşlarından kaynaklanan “tarihsel değeri” mevcuttur. Yapıların kültür varlığı olarak tescillenmesi aşamasında “eski”lik değerlendirmesinin belirleyici bir unsur olduğunu söylemek herhalde tarihsel değerin önemini belirtmek açısından yeterli olacaktır. Tarihi yapı ya da yapılar topluluğunda önem verilen bir diğer nokta ise “anı değeri” dir. Yapıların kullanıcıları ya da toplumda orada yaşanan olaylarla anılmaları anı değerindendir. Yapıların değerlendirilmesinde döneminin özelliklerini bozulmadan koruması, yani özgün olması bir başka değerlendirme kriteridir. Yapıların eşine az rastlanır yapılar olması, ekonomik açıdan bir maddi değere tekabül etmesi, işlev açısından bir değer taşıması gibi pek çok nitelik bir yapıyı değerli kılan nitelikler arasında sayılabilir ve korumaya esas teşkil eden bir bütünün parçalarıdır.
Bu bağlamda Saraçoğlu Mahallesi değerlendirildiğinde; yerleşke, dönemin mimarisini ve yapım tekniğini yansıtmasıyla, Jansen planının bir uzantısı olarak başka bir Alman mimar tarafından tasarlandığından o dönemin pratiğini yansıtmasıyla, modernleşmeye geçişteki arayışları yansıtmasıyla belge değeri taşımaktadır. Aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin ilk toplu konut projesi olarak özgünlük, enderlik ve tarihsellik değerlerini bir arada taşımaktadır. Kentin içinde konumlanışı, bu kadar merkezde ve halkın günlük yaşamında gerek okulu, gerek kütüphanesi, gerekse sokaklarının algısıyla yer tutması, yani kentlinin belleğinde edindiği yer düşünüldüğünde Saraçoğlu Mahallesi; Ankaralı için önemli anı değere sahip bir bölgedir. Bugün kent içinde bulunduğu konum ve kentsel sit alanı oluşu da mahallenin değerini ekonomik açıdan arttıran bir unsur olarak karşımızda duruyor. İşlevsel açıdan bakıldığında ise yapımından bu yana özelliğini yitirmeden kullanılmakta olan bu tesisin işlevsel değerinin oldukça yüksek olduğunu okumak mümkündür.
Bu halde, bu kadar değerli bir yapılar bütünü neden tehdit altında?
2012 yılında “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun”un kabul edilmesi ile aslında pek çok alanın “riskli” ilan edilerek ranta açılacağını; “kentsel dönüştürüleceğini” hepimiz biliyorduk. Ancak bunların tarihi yapıları da içerebileceğini ilk aşamada belki de pek düşünememiştik. Gelgelelim, Kanun’un 9. Maddesi’nde yer alan “Uygulanmayacak mevzuat” başlığı altında “2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu” da bulunuyor. Yani, bir alanı ranta açmanın önündeki engel onun tescilli kültür varlığı olması ise; korumaya ilişkin kanun devre dışı bırakılabiliyor.
Bu Kanun’a dayanılarak; 8 Şubat 2013 tarih 28553 Sayılı Resmi Gazete’de 2013/4248 Karar Sayısı ile Saraçoğlu Mahallesi “riskli alan” ilan edildi. Ancak yapılan itirazlar nedeniyle Danıştay bu kararı iptal etti. Danıştay’ın iptal gerekçelerini bertaraf ettikten sonra Bakanlar Kurulu bu kez, 18 Kasım 2013’te yeniden “riskli alan” ilan etti Saraçoğlu Mahallesi’ni. En son olarak 05.08.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararı ile mahallenin tahsisleri kaldırıldı. Yani mahalle yetkili kılınan Maliye Bakanlığı, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, TOKİ’nin projelerinde değerlendirilecek ve “ekonomiye kazandırılacak”. Bu tahsislerin kaldırılması aynı zamanda 3. şahıslara satışı da imkanlı hale getirdi.
Son kararın ardından tahsislerin kaldırılması büyük tepki çekti. Bunun ardından Maliye Bakanlığı alanın yıkılmayacağını söyleyerek “Taşınmazların ve üzerlerindeki binaların güçlendirme ve restorasyon çalışmalarının aslına uygun bir şekilde ve ilgili mevzuatı uyarınca, Bakanlığımız koordinasyonunda ilgili kamu kurum/kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliği halinde yapılarak ekonomiye kazandırılması kararlaştırılmıştır” açıklamasını yaptı. Ancak, bahsi geçen “ilgili mevzuat” eğer korumaya dair olan 2863 sayılı Kanun ise; bunun “riskli alan”larda uygulanmayacağı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un 9. Maddesi’nde açık şekilde belirtiliyor. Eğer samimiyetle bir koruma ve yeniden işlevlendirme çalışması söz konusuysa da o zaman alanın “riskli” ilan edilmesi tam bir gereksizliktir; çünkü restorasyon sadece özgün işlevi ile korumayı gerektiren bir yaklaşımdan ibaret olamaz. Alana dair alınacak bir restorasyon kararı yapıların deprem güçlendirmesini de doğal olarak içerir. Buradan bakıldığında, eğer Bakanlar Kurulu’nun Saraçoğlu Mahallesi üzerinde mevzuat denemesi yapmadığını kabul edersek, mahallenin tüm değerleriyle korunması işinin TOKİ zihniyetine bırakıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Maliye Bakanlığı yetkilileri diledikleri kadar “koruma” kavramını içeren cümle kursun, içinde yaşadığımız hakim kent yaklaşımı Saraçoğlu Mahallesi ve Ankara açısından en önemli “risk” olmaya devam edecek.
Kaynaklar:
1- Tankut, G. (1998) Ankara’nın Planlı İmarı ve Şehir Mimarisi. Mimarlık: 284, 20-21.
2- Madran, E. (2013) Namık Kemal (Saraçoğlu) Mahallesi http://gazetesolfasol.com/yazi/271/namik-kemal-saracoglu-mahallesi/
3- Nicolai, B. (2011) Modern ve Sürgün, Ankara: Mimarlar Odası Yayınları, s.291.
4- Sayar, Z. (1946) Saraçoğlu Mahallesi. Arkitekt, Sayı 1946-3-4(171-172) s.56
5- Orhan Alsaç’tan aktaran Akcan, E. (2009) Çeviride Modern Olan, İstanbul: YKY, s.366.
6- Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun. 31 Mayıs 2012 tarih 28309 Sayılı Resmi Gazete
* Bu yazı 18 Ağustos 2014 tarihinde İleri Haber Portalı’nda yayınlanmıştır.