4 Mayıs 2020
Koronavirüs (Covid-19) salgını tüm dünyada etkisini sürdürürken devletlerin önlem paketleri, vaka ve hastalık sebebiyle kayıpların sayıları açıklanmaya devam ediyor. Bir taraftan fiziksel mesafelenmenin önemi uzmanlar tarafından sürekli vurgulanır, #EvdeKal çağrıları yapılırken, diğer taraftan şantiyeler, fabrikalar, maden sahaları durmuyor. Koronavirüs salgını önlemleri, ülkemizdeki emekçileri ya ekmek ya sağlık tercihi arasında bırakıyor.
Özellikle kent suçu projelerinin suç sicillerinde, üretimleri sırasında sağlıklı çalışma koşullarını sağlamama vardı. Koronavirüs pandemisi önlemleri de bu şantiyeleri, maden sahalarını durdurmadı. Mimarlıkta Dayanışmacı Taban Hareketi, Galataport şantiyesini merkeze alarak sorularımızı yanıtladı.
Toplumcu Meclis: Galataport şantiyesi, çalışan işçilerde koronavirus tespit edilmesi ve inşaat işçisi Hasan Oğuz arkadaşımızı virüs sebebiyle kaybetmemizin ardından durdu, kapatıldı. Salgın sureci Galataport şantiyesinin siciline farklı boyutlarda da suç sicilleri attı. Bildiğimiz gibi Mimarlar Odası’nın da proje ile ilgili bir davası var. Kent savunmaları da yıllarca mücadele ettiler. Bu projenin kent suçu kimliğine değinerek başlamak istiyoruz. Galataport özelinden başlayarak kent suçlarının üretim sürecini biraz açabilir misiniz?
MDTH: Öncelikle Hasan’ın nezdinde alın terinin onuru ile yaşamını sürdürmüş, kaybettiğimiz tüm emekçi kardeşlerimizi anarak başlamak isterim. Hem Hasan’ı hem doğayı hem tarihi yok eden bu projede bir suç var, yani en amiyane tabiriyle yasaya uygun olmayan bir şeyler var. Son yirmi, yirmi beş yıldır özellikli olarak aslında ”kente karşı işlenen suç” kavramından bahsedilmektedir. Bu da hızlı kentleşmeyle birlikte gelen plansız, öngörüsüz yönetimlerin, toplum yararı yerine bireysel çıkarlar peşinde koşan vurguncular ve iktidarın rant dürtülerinden ortaya çıkıyor.
Galataport’ta kent suçunun üretim süreci ise; kültür varlıklarını koruma kurulu kararları ile korunması gereken Paket Postanesinin yıkılması, 1940’larda inşa edilen erken Cumhuriyet dönemi özgün yapılarından Karaköy Yolcu İstasyonu’nun hiçbir önlem alınmadan bir gecede yıkılması ile başlamıştır. Projenin yarattığı ve yaratacağı tahribat ciddi boyutlardadır. Projenin zemin çalışmaları sürecinde çevre binaların zemininde ciddi kaymalar, çatlaklar ve deformasyonlar gözlenmiştir. Ne yasalar ne hukuk ne iktidar böylesi riskli, tehlikeli imalatları engellememiştir. Aksine benzer örneklerde de görüldüğü gibi bağışlayıcı yasalarla yasal düzlemde önleri açılmıştır. Bu nedenledir ki, Galaport’ta da çevre yapılara, doğaya, tarihe yapılan katliam tam anlamıyla devam etmektedir. Devletin megaprojeler diye nitelendirdiği aslında olan rant projelerinin, kent suçlarının üretim süreci devlet – kar odakları arasında ilerlemektedir. Vahşi kapitalizmin ekolojiyi ve doğal dengeyi bozan politikalarının sonucunda tüm Dünya’yı saran virüs salgını bile bu suçun ilerleyişini durduramamıştır. Ta ki bir emekçi yaşamını yitirene kadar…
MDTH: Galataport Projesi’ni, artık kent suçu kimliğine ek bir de bu Covid-19 salgını sebebiyle iş cinayetiyle de anacağız. Sermayenin zarara uğramamak için işçi ölümlerini göz aradı etmesi ne ilkti ne de son olacak. Hükümetin inşaat patronları için aldığı önlem emekçileri salgın tehdidinden korumayacak.
Ancak şantiye tamamiyle kapatılmadı, sadece çalışmalar 4 Mayıs’a kadar durduruldu. Bu da Hasan Oğuz’un ölümünün ardından alınmayan önlemlerle çalışmak zorunda bırakılan az sayıda işçinin mücadelesiyle başarıldı. Hatta şantiyenin bazı alanlarında çalışmalara devam edildiğini duyduk.
Bu olay üzerinden bir de şu sorunun sorulması gerekiyor; Hasan Oğuz’un ölümünden kimleri sorumlu tutacağız?
“Herkes kendi OHAL’ini ilan etsin” diyerek tüm emekçileri kendi önlemini almak zorunda bırakan iktidar aslında bu süreci işçi sınıfı nezdinde iyi yönetemeyeceğini en başından itiraf etmiş oldu. Ne ücretli izin gündeme getirildi ne de acil olmayan üretimler durduruldu. Bir kere daha gördük ki sermayenin iktidarı işçiyi, emekçiyi hiçbir koşulda korumayacak. Her koşulda esnetilebilen yasalara ek bir de torba yasalarla kaderimize terk edildik. Bunun sonucunda halk kendi OHAL’ini değil kendi dayanışmalarını ilan etti, ettik.
Toplumcu Meclis: Salgın döneminde Galataport şantiyesi de, diğer şantiyeler de neden durmadı? Neye yetişiyorlar?
MDTH: Sizin de bahsettiğiniz gibi aslında durmayan sadece Galataport şantiyesi değil; devletin gövde gösterisi yapacağı birkaç megaproje de devam etmektedir. AKM, Haliçport, 3.havalimanı şantiyeleri gibi. Bir yerlere yetişmek için değil, ”ekonomimizi ayakta tutabildik biz bu süreçte, üretimimizi bitirmedik” demek için devam ediliyor. Bunu derken hiçbir sağlık önlemi de alınmamaktadır. Şantiyelerde hala yüzlerce insan bir arada çalışmaktadır, işçilerin kalabalık şekilde kaldıkları konteynerlerde, yemekhanelerde gerekli dezenfekte işlemi düzenli olarak yapılmamaktadır. Günde bir kere (o da beyaz yakalılara, tüm şantiye çalışanlarına değil) ateş ölçümü ile salgının kontrol altında tutulduğu düşünülmektedir…
Siyasi iktidar ekranlarda ”evde kal” çağrısı ile gövde gösterisi yaparken, emekçileri açlığa mahkum edip, en insani yardımları bile yapmamaktadır. Yani emekçiler açlığa, işsizliğe mahkum edilmektedir.
Fakat bildiğiniz gibi kısa bir süre önce pandemi salgını nedeniyle gerekli sağlık önlemlerinin alınmamasından kaynaklı ücretli izin talep eden işçiler bir direniş başlattılar. İşçinin emekçinin dayanışma günü olan 1 Mayıs 2020 bu bağlamda daha anlamlıdır. Dayanışma ve mücadele ruhuna yakışır bir sorumlulukla daha fazla kayıp vermeden direnişin büyütülmesi çok önemli.
MDTH: Kısa çalışma ödeneği vadeden iktidar daha sonra bunun masraflarıyla yüzleşince yeni bir torba yasayla işçilerin kendi inisiyatifi dışında ücretsiz izin adı altında işsiz kalmalarının önünü açtı. Bu ödeneğe güvenerek vardiyalı sistemle çalışmaya devam eden şantiyeler de oldu. Bunlardan biri de 3. Havalimanı şantiyesi. Henüz ölümün yaşanmadığı ama hem mavi yakalı hem de beyaz yakalı işçiler arasında pozitif vakaların olduğu bilindiği halde, sabahları ateş ölçülerek şantiyeye giriliyor. Yüksek ateş belirtisi gösterenlerin izole edilerek hastaneye götürüleceği söyleniyor fakat henüz öyle bir durum yaşanmadı. Herhalde 39 derece ateşle yanarken hala işe gelmemiz bekleniyor anlaşılan.
Her yerde elimizi nasıl yıkayacağımız, maskeyi nasıl kullanacağımız, eğer belirti gösteriyorsak ne yapmamız gerektiğine dair bilgi veren afişlerle asıldı. Vardiyalı sistemle haftalık 30 saatlik çalışma süresine ulaşmak için günlük mesai saatleri uzatıldı ve mola süreleri kısaltıldı. Bu da daha çok yorgunluk demektir. Maskeye erişimin kısıtlı ve hatta imkansız olduğu ortadayken maskesiz çalışmak yasaklandı. İşçi kampında fiziksel mesafe şartını uygulayabilmek adına 3’te 2 işçi evlerine gönderildi, yani işsiz bırakıldı. Önce yemekhanelerde masa düzenleri yine fiziksel mesafeye göre düzenlendi ardından yemekhaneler kapatılarak kumanya dağıtılmaya başlandı. Dağıtılan kumanyalar ise alınması gereken günlük kaloriyi sağlamıyor. Bunların hepsi ortak kullanım alanlarında alınan önlemler.
Ama saha?
Sahada bu fiziksel mesafe şartını sağlamak ve bunu denetlemek oldukça zor oluyor. Tüm günü tek bir maske kullanarak geçirmek zorunda kalıyoruz. Dalgınlıkla maskeyi çıkarttığımızda, elimizi yüzümüze değdirdiğimizde yaşadığımız stres bizi daha da yıpratıyor. Hastalığa kapılmamak veya taşıyıcısı olup akşam evlere döndüğümüzde yakınlarımıza bulaştırmamak… Tüm gün bu düşüncenin stresiyle geçiyor. Üretim aciliyeti olmayan inşaatlarda çalışmalar neden hala devam ediyor? Açıkçası benim buna verileceğim tek bir cevap var, patronlar öyle istiyor. Ve ben bir işçi olarak bu koşullara rağmen, aç kalmamak için çalışmak zorundayım.
Toplumcu Meclis: Kent suçu projelerinin aynı zamanda işçilerin canına da kastettiğini mega projelerde görüyoruz. En çarpıcılarından birisi de 3.Havalimanı (İstanbul Havalimanı) projesi idi. Bu bir karakter mi? Ve böyle bir ekstrem dönem, pandemi dahi bunu değiştiremiyor mu?
MDTH: Pandemiden önce inşaat işçilerinin en büyük sorunlarından biri can güvenliğini sağlayacak önlemler alınmadan çalışmak zorunda bırakılmaktı. Pandemi sadece alınması gereken yeni bir önlem olarak bu başlığa eklenen yeni bir madde oldu.
Kendini iyice hissettiren ve pandemi ile daha da derinleşen ekonomik kriz, her zaman ve her yerde olduğu gibi yine işçi sınıfının sırtına yüklendi. Bu dönemde iflas eden küçük ölçekli işletmeler olduğu söylenerek sermayenin aldığı küçük zararı göze sokmak isteyenler çoğalacak elbette, fakat işten çıkarılmanın yasaklandığı 3 aylık dönemde dahi sadece İstanbul’da inşaat sektöründe 15bin işçi işten çıkarıldı.
MDTH: İnsanlık tarih boyunca alın terinin onuru ile yaşama tutunanlar ve emeği sömürenlerin mücadelesini vermiştir. Bu nedenle bu sorunun ne bu döneme ne pandemiye özel olmadığı düşüncesindeyim.
Marx’ın, “Tıpkı bir dinde insanın kendi beyninin ürünü olan şeylerin yönetimine girmesi gibi, kapitalist üretimde de, insan kendi elinden çıkan ürünler tarafından yönetilir.” sözlerinin gereği ülkemizde ve dünyada kapitalizmin tam karşısındayız. Emekçiler, işsizliğe mahkum edilmiş milyonlar, çocuk işçiler, şiddete uğrayan kadınlar tek sorumluluğumuz dayanışmak ve mücadeleyi büyütmektir.
Dayanışma ve mücadelenin gücüyle, sesimizin ulaştığı tüm emekçilerin geçmiş 1 Mayıs Birlik ve Mücadele gününü de buradan kutlamak isterim.
toplumcumeclis.org