- Yazan Zeynep Ağdemir
Kapitalist üretim sisteminin amacı kâr elde etmektir. Bu sistemde kâr elde etmek ve kârı arttırmak için her yol mübahtır. Çin’de ücretlerini alamayan göçmen inşaat işçilerinin kendilerini vinçlere asıp intihar etmeleri rutin bir olay gibi karşılanmaktadır. Türkiye’de maden ocaklarında gerekli denetimlerin getireceği maliyetten korkan işverenler ve denetim yapmayan devletten dolayı, madenler işçi mezarlıkları haline gelmektedir. Öyle ki işçi cesetlerine aylarca ulaşılamamaktadır. Kâr hırsı,Rockefeller’ın 1914’te yaptığı gibi greve giden işçilerin üzerine ateş açılması ve hatta çadırlarının yakılmasına varan yolları bile denetmiştir.
Kapitalizmin bitmek tükenmez kâr ihtiyacı afet yaratmasına dahi engel olmaz. Gerekirse ve mümkünse deprem, sel, yangın koşulları fırsata çevirilir ya da bu koşullar yaratılır.Bu koşullar oluşturulurken kapitalizmin en önemli aracı devlettir. Yangın sigortacıları “yangın olma olasılığından para kazanır”, yangın sonrası temizlik şirketleri için de gelir kapısı yangınlardır. Yangın danışmanlık şirketleri için de aynı durum geçerlidir. “Ne güzel ya işte yangına karşı korunuyoruz” diye düşünülebilir. Ancak burada durum, Türkiye sinemasının unutulmayan karesi camcı çocuğun ilk önce cam kırıp ardından cam satmasına benzer. Şirketlerin varlık sebebi yangından korumaktır, ancak yangından dolayı para kazanırlar. Sorun her şeyin piyasalaşmasıdır. Yangın deyince akla ilk önce orman yangınları ve kent içi yangınlar gelmektedir.Yangın istatistiklerinden özellikle hangi bölgelerde yangın çıktığına bakıp, ardından orman mevzuatını incelediğimizde daha farklı sonuçlarla karşılaşmamız mümkün görünmektedir.
Yangın istatistikleri
Orman Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre günümüzde yangın nedenlerinin yüzde 94’ü insan kaynaklıdır. 2000-2009 döneminde 20. 908 yangın çıkmış bu yangınlarda 110. 908 hektar orman yanmıştır. Bu yaklaşık olarak Kilis’in yüzölçümü civarındaki ormanlık alanın yandığı anlamına gelmektedir. Bu yangınların yüzde 12’si kasıt, yüzde 11’i yıldırım, yüzde 19’u nedeni bilinmeyen, yüzde 57’si ise dikkatsizlik ve kaza sebeplidir. Orman yangınlarının hem sayı bakımından hem de yanan alan açısından yoğunlaştığı üç il görülmektedir. Bunlar başta Antalya olmak üzere Muğla ve Balıkesir’dir. Dikkati çeken diğer bir nokta ise 2008 yılında yer açma nedeniyle çıkan orman yangını sayısının önceki yıl 26 iken 126’ya çıkmış olmasıdır. Orman Genel Müdürlüğü tarafından yapılan risk bölgelendirmesinde bu alanlar birinci risk alanlarıdır. Ancak ironik olan bu gruplandırmanın orman ekosistemine yönelik bir sınıflandırma değil de çıkan yangın sayısına yönelik bir sınıflandırma olmasıdır.
Devlet eliyle afet
Peki orman nedir kim eker, kim biçer, satılır mı ? 6831 sayılı Orman Kanununa göre “Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaçcık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır”. 1961 Anayasasının 169. maddesinde ise devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi devlete aittir. Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet Ormanları Kanuna göre, devletçe yönetilir ve işletilir. Ancak 1970 yılı değişikliği ile aşağıdaki gibi bir madde getirilmiş bu Orman Kanunlarına yansımıştır:“Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler dışında, orman sınırlarında daraltma yapılamaz”. Bahsedilen kanun Orman Kanunun 2/B bendidir. Günümüzde 2/B olarak bilenen bu yasa pek çok kere yürürlüğe konulmaya çalışmış ancak Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. 2/B uygulaması 2012 yılında yürürlüğe girebilmiştir.Kısaca madde orman vasfının yitirilmesi söz konusu ise ormanlık alan orman dışına çıkarılabilir demektedir.
Orman Kanununda orman alanının dışına çıkarma gerekçeleri olarak sayılan “orman olarak muhafazasında yarar görmemek”, “orman vasfını kaybetmiş sayılmak” tartışmalı nedenlerdir. Ormanın ekosisteme faydasıyla, tarım arazilerinin faydası nasıl karşılaştırılabilir?Yangın “orman vasfının” yitirilmesi için yeterli bir sebep midir ?Bunlardan da öte anayasa ve kanunun orman tanımı da eleştiriye açıktır. Üzerinde ağaç olmayan ancak orman ekosistemine su kaynağı, hayvan barınağı gibi sebeplerle katkıda bulunan bölgeler neden orman olarak değerlendirilmemektedir? 2/B maddesinin yani “orman alanı dışına çıkarma”nın toplumsal fayda ile ilgisi görünmemektedir. Bu uygulama orman arazilerinin yakılıp, tahrip edilip satılmasını sağlamaya yöneliktir. Keza 2/B’nin konuşulmaya başladığı 2008 yılında yer açma yangınların % 600 artmıştır. 2/B arazilerinin toplandığı yerlerin özellikle Muğla, Antalya ve Balıkesir gibi turizme yatkın ve rant alanı yüksek yerler olması da bu tezi doğrular görünmektedir. Yani devlet kendi eliyle afet yaratmaktadır.
Afetten çıkar ekmeği
1982 yılında çıkarılan 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununda orman arazilerinin turizm için 49 yıllığına kiralanması mümkün iken Anayasa Mahkemesi bu maddeyi iptal etmiştir. 2008 yılında, Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile orman alanlarının yanı sıra mera ve yaylaların da turizm yatırımına açılması düzenlemesi yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi ise bu kanuna açılan davayı reddetmiştir. Yapılan düzenlemeyle ile 300 bin dönüm ormanın (her il ormanlarının binde beşlik kısmı) yok edilmesine olanak tanınmıştır. Turizm amaçlı tahsis edilen orman arazileri ise yoğunlukla Bodrum, Marmaris, Gökova, Göcek ve Fethiye gibi yerlerdedir. Bu uygulamalarının sonucu ise bir örnekle anlaşılabilir. Bodrum Pina Yarımadasında 2007 yılında farklı yerlerde yangın çıkmış 283 hektarlık alan yanmış bir yıl sonra bu yer turizme teşvik kapsamı altında otel yapımına verilmiştir. Kent içi yangınlarına bakacak olursak özellikle kentin rantı yüksek yerlerindeki tarihi binaların yandığını söylemek mümkündür. Örneğin 20 yılda 75 tarihi eser niteliğinde yapının yandığı, Boğazdaki tarihi yapıların ise yandıktan sonra otele dönüştürüldüğü görülmektedir.
2B, Turizmi Teşvik Kanunu ve kent içi yangınlar kâr hırsının herhangi bir engel tanımadığının göstergelerindendir. Ancak bu uygulamalar basitçe sermayeye yeni alanlar açılması şeklinde okunmamalıdır, çünkü bu uygulamalar pek çok farklı sonuç da ortaya çıkarmaktadır. Örneğin, çiftçilik yapan köylü de 2/B’den yararlanmak için ormanda yer açmaya çalışmıştır. 2/B arazisi alamayan yoksul çiftçi yangın çıkarma piyasasına girmiş yangın cezasını belli bir miktar paraya satmıştır. Bu durum aynı zamanda devlet-toplum ilişkisinde dönüşüme işaret etmektedir. Devlet insanları afet yaratmaya yönlendirmekte, ekmeğini afetlerden çıkarmaya itmektedir. Devlet yaptığı pek çok düzenlemeyle küçük çiftçiye benden tohum, mazot sübvansiyonu istemek yerine orman alanlarını tahrip et, büyük sermayeye ise verecek ormanlarım kaldı, ormanları zapt et, yağmala demektedir. Çıkarılması düşünülen yeni Orman Kanunu ile bu yapı katmerlenecektir.Görünen odur ki hak temelinden, sadakaya geçmiştik, şimdi sadakaya ilave yağma ile geçineceğiz…
* Yazıda Çağlar, Yücel (2004) “2B Olgusunun Tarihsel ve Nesnel Boyutları” yazısından yararlanılmıştır.
** Bu yazı 17 Ağustos 2013 tarihli SoL gazetesinin SoL Bakış köşesinde “Afetler ve kapitalizm” başlıklı dosyada yayınlanmıştır. Dosya kapsamında yayınlanan diğer yazılara aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.
Afet, kıyım ve kentsel dönüşüm