Validebağ Korusu Anadolu Yakası’nın ikinci büyük yeşil alanı olunca,
1999 yılında yaşanan Marmara ve Düzce depremlerinde Koru’nun çevre ve semt sakinlerinin toplanma alanı olarak kullanıldığını bilince,
İçinde yaşayan, yaşları 15 ile 400 yıl arasında değişen; anıt ağaçlarını, meyve ağaçlarını, zengin çalı topluluğunu, otsu bitkileri, çok çeşitli türde bitki, böcek, kuşları ve yaşamayı son derece ciddiye alan sincapları fark edince,
17 Ağustos 2014 Pazar günü Koru’da inşaatın başladığını ilk farkeden Ülkü Teyze ve eşi iş makinelerini durdurunca,
Takip eden günlerde, 1. Dereceden Doğal Sit Alanı olarak tescillenmiş Validebağ Korusu’nun bir bölümünü otopark yapmak için bir gecede inşaat alanına çevirenlere inat, “Burası İnşaat Alanıdır. Girmek Yasaktır.” yazan metal paravanları, o alanın “Koru” olduğunu hatırlatmak için halk elleriyle söküp, hukuku fiilen uygulayınca,
31 Ağustos 2014 Pazar günü inşaat yapmaya teşebbüs edilen alana fidan dikeceklerini açıklayan Validebağ Gönüllüleri’nin çağrısıyla bir araya gelenler, fidanlarını dikmek istediklerinde bunun bir suç olduğunu iddia eden çevik ordusuyla karşılaşınca,
İşleme konulmayan suç duyurularının, uygulanmayan yargı kararlarının olduğu, bir şeylerin oldu-bittiye getirildiği yerde yurttaşlar direniş haklarını kullanınca,
Milli Emlak Genel Müdürlüğü ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) arasında bir protokol imzalanınca, Koru’nun bir bölümünün MEB’e, bir bölümünün Sağlık Bakanlığı’na, kalan büyük bölümünün ise İBB’ye tahsis edildiğini öğrenince,
İhtiyaç olmadığı halde, yeşil alan olarak tanımlanmış ve Koru’nun hemen sınırında bulunan bir alanı, planlarda bir günde dini tesis alanına dönüştürünce,
Yaşamı savunanları; cami karşıtlığına, din karşıtlığına indirgeyip mahkum etmeye çalışanların oyununu bozunca,
Parsel numarasını 178 yerine 194 yapınca betonlaştırılması hedeflenen alanın değişmediğini bilince,
Parsel cinlikleriyle yargının yürütmeyi durdurma kararının boşa düşürülmeye çalışıldığı gün gibi ortada olunca,
Önce ağaçları kesmediklerini, yalnızca taşıdıklarını sonra da utanmadan halk tarafından zedelenip zarar gördüğü için kaldırdıklarını söyleyenlerin yalanlarına karınlar tok olunca,
Kaybettiğimiz her bir ağacın, betona terkettiğimiz her bir toprak parçasının nelere mal olduğunu çok iyi bilince,
Savunduğumuz her bir ağacın insanca yaşanılası günlerimizin “garantisi” olduğunu fark edince,
Mücadelede, direnişte sürekliliğe de “birlikte” varım deyince,
Sadece şurası benim alanım, mahallem, parkım şuranın dışı beni bağlamaz düşüncesi bizden çok çok uzak olunca,
Soma Yırca’da daha önce hiç görmediğimiz zeytin ağaçları için de mücadele edince,
Çocuklara filan kalır diye düşünmeden, 70’inde bile zeytin dikenlerin, aklına ölüm düşünce bir “ağaca” sarılanların, “üç beş ağaç” için ömür verenlerin topraklarında yaşayınca,
Sokakta, okulda, evde, mahallede kısacası her yerde yaşamı savununca,
Şairin dediği gibi yani
hep “yaşamak ağır basınca”,
Koru Kurtulur!
*Bu yazı 26.10.2014 tarihinde İleri Haber Portalı’nda yayınlanmıştır.