Geçtiğimiz aylarda Akün ve Şinasi sahnelerinin de içinde bulunduğu Emek İnşaat’a ait binanın satılacağı haberi Ankaralıların gündemine yakıcı bir şekilde düştü. Sahnelerin satışı için şimdiye kadar 3 ihale gerçekleşti, açılan ilk ihaleden yeterli teklif verilmediği gerekçesiyle sonuç çıkmadı, son 2 ihaleye ise hiçbir firma katılmadı. 13 katlı binanın -büyük olasılıkla- otel olarak kullanılmak üzere kamunun elinden alınıp sermayenin eline teslim edilmesi planlanırken bu haber bizim için ne ilkti ne beklenmeyendi. İktidarlarının ilk günlerinden itibaren kamu hafızasında yer tutan pek çok eseri yok etme girişiminde bulunan AKP, pek çok yapıyı “restorasyon” adı altında yok ederken, geçmişlerine sahip çıkmak isteyenleri ise Emek protestosunda olduğu gibi “terörist” ilan etti. Zengin kültürel miraslarıyla başta İstanbul, Ankara, Bursa gibi büyükşehirler olmak üzere pek çok kent iktidarın ideolojik savaşının hem merkezi hem de göstergesi durumunda.
Ankaralıyı sanatla buluşturan ve pek çok Ankaralı sanatçının hafızasında önemli yere sahip Akün ve Şinasi sahnelerinin olduğu bina, şimdilerde Sosyal Güvenlik Kurumu, Türk Kızılayı, Atatürk Orman Çiftliği ve Türk Hava Yolları’nın ortak iştiraki olan bir kurum olarak bildiğimiz ama öncesinde özerk bir kamu kurumu olarak işleyen Emekli Sandığı’na bağlı Emek İnşaat tarafından Atatürk Bulvarı üzerine 1968 yılında yaptırıldı. Atatürk Bulvarı cumhuriyet tarihinin tüm izlerini bulabileceğimiz kent kimliğinin en önemli parçalarından birisi. Ankara’nın başkent oluşundan sonraki ilk planlarında tasarlanan güneye doğru büyüme, daha sonra şehirde Ulus’tan başlayan ve Kızılay’a doğru uzanan, oradan da Çankaya Köşkü’ne giden bu aksın gelişmesini sağladı. Bulvar boyunca izlenebilen yapılar, Cumhuriyet’in her dönem mimarlık anlayışını görebileceğimiz ve kentin ekonomik, sosyal haritasını çıkarabileceğimiz bir çeşit sergi niteliğinde.
Dönemin mimarisinin tipik bir örneği olan bina; yüksek, prizmatik bir kule altındaki alçak bazasıyla Ankara’nın ilk gökdelenlerinden biri olma özelliğini taşıyor. 60’lı yıllarda Türkiye’de görmeye başladığımız ve yaygınlaşan çıplak beton kullanımını, Atatürk bulvarı üzerindeki diğer yapılarda olduğu gibi bu yapıda da görüyoruz. Binanın hem bulvara hem de Tunus caddesine bakan iki girişi var ve ikisi de ana giriş işlevi görmekte. Özgün adı “Lale Sitesi” olan yapının alçak kısmı inşa edildiği günden 2002 yılına kadar sinema olarak kullanılırken, Akün sineması olarak hizmet veren bölüm döneminde 911 kişilik koltuk kapasitesiyle Ankara’nın en büyük sineması olma özelliğini taşıyordu. 1970’li yıllarda Ankara’daki sosyal hayatın ve ticaretin Kızılay’dan Kavaklıdere’ye kaymasında bu binanın prestiji etkili oldu. [1] İlk ve son gösterimlerini Hababam Sınıfı filmleriyle yapan Akün, çok salonlu sinemaların artmasıyla birlikte seyirci yetersizliğinden 2002 yılının Mayıs ayında perdelerini sinema seyircisine kapatsa da iç mekanda yapılan düzenlemelerle tiyatroya dönüştürüldü. Ankaralıların anılarında her dönem arka plan olan bu sahneler, ister sinema ister tiyatro kimisi için sevgiliyle, arkadaşlarla buluşma mekanı, kimisi için tiyatroyla ilk kez tanışılan yer oldu. Her yıl 300’ü aşan oyunu ortalama 2 milyon seyirciyle buluşturan bu sahnelerde sene boyunca temsil edilen her oyunun biletleri satışa çıktığı andan itibaren, oyunlara yer bulmakta zorlanılırken, bazı oyunların biletleri kara borsaya düşmüşken, kişi başına düşen 246 metre kare kiralanabilir AVM alanıyla çevre illerin dahi ihtiyacını karşılayabilecek konumdaki Ankara’nın daha fazla AVM’ye değil, daha fazla sahneye ihtiyaç duyduğu aşikar.
Ankara’nın en işlek caddelerine cephesi olan ve kentin en merkezi yerinde bulunan bu binanın toplum yararına bir kültür- sanat aktivitesi olan tiyatro olarak kullanılması iktidar ve sermaye için elbette düşünülemez. Akün ve Şinasi sahnelerinin kent merkezine yakın olması ve bilet fiyatlarının nispeten ucuz sayılabilecek olması toplumun her kesiminin tiyatroya ulaşılabilirliğini arttırmıştır. Tiyatroların emekçi halk için aydınlanma ve sanat merkezleri olduğunun farkında olan AKP’nin elbette dindar nesil yetiştirmek için farklı senaryoları vardır. AVM’lerde büyüyen ve tüketimi, piyasayı iliklerine kadar yerleştirmiş, sömürüye açık nesillerdir sermayenin istediği. Bu yüzden tiyatronun en temel işlevlerinden olan, insana kazandırdığı düşünme, sorgulama yetisi sermayenin en çok korktuğudur. Hele ki örgütlenme ve sınıf bilinci kazanma gibi “yasaklı” düşünceleri yayıyorsa tiyatrolar hemen başı ezilmelidir. Daha önce yine Atatürk Bulvarı üzerinde bulunan ve kent belleğinde önemli yeri olan Yeni Sahne’yi yıkan, Devlet Tiyatroları’na her fırsatta saldıran AKP hükümeti, 10 yıllık iktidarları süresince sanatı ve sanatçıyı da kontrolü altına alma çabası içinde bulunmuştur. Bakınız Recep Tayyip Erdoğan’ın kerimesi Sümeyye Erdoğan’ın sahnede bir oyuncu tarafında saygısızlık gördüğü gerekçesiyle oyunu terk etmesi ve bunun üzerine padişahımızın 2012 yılının ilk aylarında “tiyatroları özelleştireceğiz” diye buyurması üzerine neler olmuş: “Tiyatroların özelleştirilmesi ile ilgili hem Başbakanlık hem de Kültür ve Turizm Bakanlığı ayrı ayrı çalışma yapıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül’ün koordinasyonunda Devlet Tiyatroları Genel Müdürü, Opera ve Bale Genel Müdürü ile Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ortak bir yasa tasarısı hazırladı. Bu taslağa göre Devlet Tiyatroları (DT) kapatılmıyor, sanatçılar sözleşmeli hale getirilip, repertuar kurulu oyunlara müdahale ediyor. Diğer yandan Başbakanlık’ta ise Eskişehir Milletvekili, şimdiki Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı başkanlığında bir başka yasa taslağı hazırlanıyor. İşte bu çalışmanın ayrıntıları Kültür Bakanlığı’nın hazırladığı taslaktan çok farklı: DT kapatılıyor, sanatçılar emekli oluyor, emekliliği gelmeyenler ise evlerinden maaşlarını almaya devam ediyor.[2]
Kar etmediği gerekçesiyle kapatılmak istenen devlet tiyatrolarıyla birlikte toplumu besleyen tüm değerler harcanıyor. 1.cumhuriyetin ilerici karakter taşıyan tüm izlerini yok etmek için her türlü yıkımı mubah gören AKP iktidarı ve onun Ankara’daki temsilcisi Melih Gökçek, her fırsatta gerek yapıların cephelerine müdahale eden projeler uydurarak, gerek avize benzeri renkli ışıklandırmalarla, Atatürk bulvarının çehresini değiştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Yayaları hiçe sayan, araç trafiğine olan faydası bile tartışmalı, ıslak hacim görünümündeki alt geçitleri, ucube köprüleriyle ün salmış Atatürk bulvarı, kamu yararına kalan son kıymetli parçalarını da kurban etmek üzere. AKP ve Gökçek’in göz koyduğu alanlar bulvarla sınırlı değil elbette. Ankara’nın en önemli yeşil alanlarından olan AOÇ ve ODTÜ de ormanlık alanlarının ortasından geçirilmek istenen, şehircilik ilkelerini, bilimi, doğayı hiçe sayan geniş yollardan, şantiyelerden nasibini almaya devam ediyor. Aynı mücadelenin İstanbul’daki ayağı olan Emek Sineması’na ve Taksim Meydanı’na yapılan saldırılar hala sıcaklığını koruyor. Taksim meydanı projesi dahilinde Taksim gezi parkında da benzer bir senaryoyu görüyoruz. İstanbul’un en önemli meydanını sınırlandıran ve önemli bir yeşil alan olan gezi parkı, yok edilerek daha önce aynı yerde bulunan topçu kışlasının bir kopyasının yapılması gündemde. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun projeyi reddini de reddedeceğini açıkça söyleyen Tayyip Erdoğan, AVM, otel ve rezidansla sınırlı mimarlık kültürünü, “Rus mimarisi deniliyor, ona bakarsanız İstiklal Caddesi de barok mimari” sözleriyle -muhtemelen danışmanlarından duymuş olduğu bir kaç kelimeyle zenginleştirme çabası içinde- üste çıkarak rant uğruna hiçbir değeri saymayacaklarını ifade ediyor. İktidarda olduğu süre boyunca Taksim Meydanı ile derdi olan AKP hükümetinin 1 Mayıslarda uyguladığı şiddet, diğer bir kültür-sanat değeri olan, ayrıca mimarlık tarihimizin önemli parçası Atatürk Kültür Merkezi ile olan sabıkalı ilişkisinden bağımsız değildir.
Sermayenin senaryosu Akün ve Şinasi’de tutar mı?
İhalelerin yapıldığı günlerde Ankara halkı tiyatrolarının satışını protesto etmek için Akün Sahnesi önünde bir araya geldi ve sahnelerine sahip çıktı. Barınma Hakkı Meclisi adına konuşan Osman Nuri Orhan, Altındağ’da, Mamak’ta, Dikmen Vadisi’nde, ülkenin dört bir yanında kentsel yağmaya karşı verdikleri mücadeleyi buraya taşıyacaklarını, Dikmen Vadisi’ndeki çocuklarını hayatlarında ilk defa tiyatro ile tanıştırmak üzere buraya getirdiklerini ve unutulmaz bir gün geçirdiklerini belirtti ve ekledi: “Çocuklarımızın hem sizlere hem de yağma planları yapanlara bizler aracılığıyla bir mesajı da var. ‘Sahnelerimiz yıkılmasın’ dediler. Bizim gibi kardeşlerimiz tiyatrodan, sanattan mahrum kalmasın dediler.” Toplumcu Mühendis ve Mimarlar Meclisi de eylemlere katıldı ve sözünü söyledi: “Akün ve Şinasi Sahnelerinin bulunduğu binayı satmak isteyen Emek İnşaat, Emekli Sandığı tarafından bizim paralarımızla kurulmuştur. Bize sormadan tiyatrolarımızı, sinemalarımızı satıyorlar, yağmalıyorlar. Bu, AKP’nin bilinçli ve ideolojik bir saldırısıdır. Sanatın muhafazakarlaştırılmasının parçasıdır”
Bir sonraki ihalede satış gerçekleşirse Devlet Tiyatroları’nın binayı 6 ay içinde boşaltması gerekiyor. Kentin hafızasında çok önemli bir yere sahip olan bu bina sermayenin hizmetine sunulmak istenirken, kentlerimiz, yaşam alanlarımız sanki bir bilgisayar oyunuymuşçasına hızla yıkılıp yeniden inşa ediliyor ve toplumun yaşadığı travma derinleşiyor. İnşaat sektörü kentsel dönüşüm yasasının da getirdiği kolaylıklarla bir taraftan “mükemmel hayatlar” vaat edip, bir taraftan inşaat işçilerinin canına kast ederken, toplumun her kesiminin yaşamını dönüştürüyor. Daha önce Amerika’da ve İspanya’da benzerlerini görmüş olduğumuz gibi, kapitalizm dünya ölçeğinde girdiği krizden, toplumu besleyen damarları keserek kurtulabileceğini sanadursun, Türkiye’deki inşaat ve konut sektörünün önünü açacağı yeni bir kriz kapıdayken, biz tiyatrolarımıza, emeğimize, insanlığın kazanımlarına sahip çıkmak için buradayız.
[1] Hilal Aycı, Bilinmeyen Ankara: ”Lale Sitesi- Akün Binası” (TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Bülten 97, 2012) sf.97
[2] Ömer Erbil-Özel haber-Radikal-18-05-2012 ( http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikaldetayv3&articleid=1088345)