30 Temmuz 2017
18 Temmuz ve 27 Temmuzda gerçekleşen yağışların bilançosu oldukça ağırdı. Dakikalar süren yağışlar sonrası; binlerce yıldırım ve bunlara bağlı yangın, sular altında kalan tüneller, alt geçitler, kopan çatılar, çöken duvarlar, içme suyu şebekesine dönük spekülasyonlar,tüm ulaşım sisteminin çöküşü, elektrik arızaları ve daha uzayacak bir liste döküldü. Yetkililer tarafından yapılan tüm açıklamalar yağışlar sonrası ortaya çıkan hasarın sarılmasına dönük ya da meteoroloji verileri ışığında yağışın hangi gün saat kaçta olacağı yönünde. Oysa ki ihtiyacımız bunların yaşanmaması için üretilen politikalar olmalıdır. Kaldı ki bu kentte afet yönetiminin dahi yapılamadığı aşikardır.
Afeti yaratan eller, buna alışmamızı, normalleştirmemizi salık vermekte. Verilen saatte evlerimizden çıkmazsak afet bize hiç uğramayacakmış gibi. Ellerinizi kentlerimizden, doğamızdan çekmediğiniz sürece doğa olaylarının afetlere dönüşmesi kaçınılmaz olacak!
Büyük su kütlelerinden, göl ve derelerden buharlaşarak yağış olarak tekrar yer yüzeyine dönen su, geçirimli yüzeyden (toprak gibi ) süzülerek yer altı sularına karışır, içme ve kullanma suyu stoğumuzu oluşturur. Burada ormanlar, bitki örtüsü, sulak alanlar hayati öneme sahiptir. Doğanın bir diğer yöntemi de sulak alanlar vasıtasıyla yağışlar sonucu oluşan sel suyunun tutulumudur. Bu açıdan sulak alanlar da yine son derece hayati önemdedir. Dere, nehir ve göl kenarlarında tampon olarak adlandırdığımız geçirimli olması (betonlaştırılmaması, imara açılmaması) gereken bölgede toprak taşmalar sırasında suyu şişerek tutar, geçirimli yüzeyinden yer altı sularına süzerek geri gönderir. Kentlerimizin büyük bir betonlaşma hamlesi ile karşılaştığı bir dönemdeyiz. Döngüsünü tamamlayamayan su bugün artık yer yüzüne belirsiz zamanlarda, aniden ve çok yüksek miktarlarda sel olarak geri dönüyor. Yüzeyler geçirimsiz olması nedeniyle yağış sonucu oluşan sel suyu yüzeyde kalır ve kentlerdeki yüzey akıntısını oluşturur. Bu akıntı hali hazırda çoğu zaman dere yataklarında imar verilen evleri basar, canlarımızı alır.
Kent belleğindeki bazı isimler ne kadar da çok şey anlatıyor. Dereler, vadiler, tepeler, akarsular… Şimdi cadde dediğimiz yerlere bir de bu gözle bakalım. Belleğimiz bize bir şeyler anlatıyor.
2009 yılında 31 yurttaşın hayatını kaybettiği Ayamama Deresi’ndeki seli hatırlayın.
Şuan üzerinde yoğun olarak yapılaşılmış, bir cadde olarak Beşiktaş’taki Ihlamurdere’nin, Kağıthane’deki Akarsu’yun,
Çağlayan Dere’nin geçtiğimiz günlerdeki halini gözünüzün önüne getirin.
Osmanlı Arşiv Sitesi Kağıthane Deresi’nin taşkın alanına inşa edildi, arşivciler normal zamanda yapının depolarındaki nemden ve arşiv belgelerine zararından çokça söz ettiler. Zamanla dolan ve üzerinde yapı inşa edilmiş olan Dolmabahçe’nin 27 Temmuz günü tamamen denizle bütünleştiğini söyleyelim ve aynı alanda denizin altına 3 kat inen, tüm davalara rağmen inadına “beton” Kabataş Martı projesi’nin ve Kabataş- Mecidiyeköy metro hattının ve battı-çıktı projesinin olduğunu da hatırlatalım.
Son günlerde Kadıköy’de yapılan hava ölçümlerinde yoğun yıkım ve inşa faaliyeti sonucu Kadıköy’deki havanın tehlikeli sınırlarda olduğuna değiniliyor. Çeşitli illerde deprem odaklı kentsel dönüşüm toplantılarında profesörler deprem alarmı veriyor ve daha çok ve çabuk inşaat yapılması gerektiğini söyleyiveriyor. Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada beklenen depremi hatırlatıyor ve sadece İstanbul’da 15 yılda 200.000 inşaat yapmaktan bahsediyor. Yine 28 Temmuz tarihinde Enerji Bakanı Berat Albayrak üç adet nükleer güç santralinin 2023 yılına kadar %10 kapasitede çalıştırılacağını iddia ediyor. Tüm bu mega projeler, icraat fetişizmi, büyüme senaryoları doğanın hiçbir uyarısını dikkate almadan, kör biçimde devam ediyor.
Afeti yaratan kent politikalarıdır. Bu ezberlenmiş bir laf değil; her yağmurda, depremde yeniden güncellenen, uzmanların uyarılarının ne kadar doğru olduğunun göstergesidir. Tüm yetkililer ve bu kent politikalarının yürütücüleri bu afetin sorumlularıdır; ancak yurttaşların da bu imar faaliyetlerinin sürdürücüsü olduğunu söylemek gerekli. Bizleri bekleyen tüm afetlerin yıkımının bir parçası olmayalım, olmamak için tek başımıza değil; bir arada olalım! Manisa’nın Akgedik mahallesinde TOKİ konutları için arıtma tesisi inşa edilecek alandaki çam ağaçlarının ilçe belediyesi ekipleri tarafından sökülmesine karşı ağaçların gölgesinde, onlara sarılarak nöbet tutanlarla olalım! Isparta Yalvaç’ta bir ağaca çocuk gibi bakan, kesildiğini gördüğünde kucaklayıp onu kesenin karşısına geçip hesap soranla beraber olalım! Kuzey Ormanlarındaki her bir ağaca sarılalım, birbirimize omuz verelim! Bu mücadelenin bir yaşam mücadelesi olduğunu ve artık hiçbirimizin kaçacak bir yeri olmadığını görelim!
Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi