Ülkemizde 2014 yılının ilk 7 ayında, resmi kayıtlara alınabilmiş, kamuoyuna yansımış 1122 “ölümlü kaza” gerçekleşti.
Ülkemizde bilimsel anlamda hayat bulma tarihi 2003 olan işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamaları ise henüz eksikli ve eklemlenmeci bir şekilde yürütülmektedir.
Risk yönetimi anlayışına uygun bir uygulama ağına geçiş ise ne yazık ki AB uyum yasaları çerçevesinde gelişmiş, bu da eklemlenmeci bir anlayışın sektörde egemen olmasına sebebiyet vermiştir. İşverenler, işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarının yalnızca “iş güvenliği” kısmına eğilim göstermekte, çalışanlar ise bu eğilimin bir parçası olarak kendilerini etkisiz hissetmekteler. Bir önleyici hizmet olarak, işverene bağlı çalışan (!) işçi sağlığı ve iş güvenliği uzmanları tarafından iş ortamı güvenliğini arttırmak için risk yönetimi sistemleri organize edilmekte, risk analizleri yapılmaktadır.
Yasal zorunluluklarla üretimde yer edindirilmeye çalışılan risk yönetimi uygulamalarının, 2014 Ocak ayı itibari ile denetimlerin de artmasıyla orta ve büyük ölçekli işletmelerde hayata geçirildiğini görmeye başladık. Uygulamadaki temel yaklaşım, değişiklik gösterebilen, iş yerlerindeki tehlikelerden kaynaklı; kaza, yaralanma yahut başka bir sonucun oluşma ihtimallerinin incelenmesidir. Risk yönetimi uygulamaları, kazaları, işyerlerindeki risk unsurlarını incelemeyi ve son aşamada da kontrol tedbirleri oluşturarak ortadan kaldırmayı hedefler. Peki, sermaye çıkarları üzerine kurgulanmış bir “güvenli iş ortamı” planı başarılı olabilir mi?
İş kazalarının %56’sının fazla çalışma saatleri içinde gerçekleştiği biliyor. Fazla çalışma saatleri ise çalışanın talebi ile değil, işverenin direktifi ile uygulanıyor. Yine iş kazalarının %94’ü taşeron firmaların çalışma sürelerinde gerçekleşiyor. Ülkemizdeki özel işletmelerin %80’inden fazlasının mesai uygulaması yaptığını düşündüğümüzde ve yine bu işletmelerinin hemen hepsinde taşeron hizmetlerin var olduğunu göz önüne aldığımızda, “güvenli iş ortamı” planlarının çalışana göre değil, kar mekanizmalarına göre organize edildiği görülüyor.
İşletmelerdeki risklerin ortadan kaldırılma sürecini inceleme devam edersek, birkaç aşamalı bir yol izlememiz gerektiğini görüyoruz. Öncelikle temel yaklaşımın risklerden kaçınmak olduğunu tespit etmeliyiz. İşletmelerin kuruluş dönemlerinde yahut yenilenme dönemlerinde, işçi sağlığı ve iş güvenliği bilim uzmanları ile birlikte yürütülecek bir mesai, risklerden kaçınmaya yardımcı olacaktır. Hali hazırda işleyen işletmelerde ise tek düze çalışma ve üretim temposunun önüne geçmek, çalışma şekli ve üretim metotlarına özen göstermek, tehlikeli olan teknik donanımı tehlikesiz olanla değiştirmek, kişisel korunma tedbirlerinden önce toplu korunma tedbirleri almak, çalışan talimatlarını çalışanların niteliklerine göre düzenlemek gibi koruyucu önlemler alınabilir. Burada bir kez daha es verip, bir soru ile devam edelim. Tüm bu uygulamaları gerçekleştirmek işverenler için gerçekten bir “kabir azabı” mıdır?
Elbette basit bir önleyici uygulama mantığı olan risk yönetim sistemi bir tür “kabir azabını” önlemek için vardır. İşçi sağlığı ve güvenliği uzmanı, işçi sağlığı güvenliği birimi ve işveren tarafından ortaklaşa uygulanması gereken risk yönetim sistemi, pratikte birkaç adımda başarılı olabilir. Bu adımlar;
-Daha önceden belirlenmiş risklerden etkilenebilecek olan çalışanların durumlarının tespiti
-Kullanılacak iş ekipmanlarının ve kimyasal maddelerin standartlara göre seçimi
-İşyerlerinin düzeni
-Özel uygulama gerektirecek çalışanların (engelliler, gençler, kadınlar, yaşlılar, gebeler ve emzirenler) durum tespiti
-İşletmedeki risklere göre belirlenecek koruyucu ekipmanlar
-Önleme tedbirlerinin işletmenin her kademesi için tasarlanması
-Risklere göre gerekli kontrol, ölçüm ve araştırmaların yapılması olarak sıralanabilir.
Sıralamadan da görülebileceği üzere, önleyici adımlar atıldığında bir işletmede riskleri ortadan kaldırmak sanıldığı kadar zor ya da imkansız değildir. Öyle ya kader, bilimsel uygulamaların önünde değilse!
İşçi sağlığı ve iş güvenliği bilim çevrelerinin son yıllarda “iş kazaları” terimi yerine “iş cinayetleri” terimini tercih ettiğini biliyoruz. Bu kavramın ülkemiz üretiminin son on yılı incelendiğinde ne kadar doğru bir tanımlama olduğunu göreceğiz! AKP iktidarı döneminde, iş kazalarında hayatını kaybeden çalışan sayısı resmi rakamlara göre 12 bin civarında. Gerçekleşen iş kazası sayısı ise bu rakamın yüz katı. Üretim aşamasının en önemli ayaklarından birisinin iş gücü olduğunu bildiğimiz ülkemizde, işgücünün nitelikli hale getirilmesinin önemlice bir ayağının işçi sağlığı ve iş güvenliği izleklerinin uygulanması olduğu ortadadır. Kapitalist Türkiye’de bu uygulamaların ne kadarının hayat bulabileceği, hayat bulan uygulamaların ne kadar başarılı olacağını hep birlikte göreceğiz. Bu alanda, bugüne kadar yapılan uygulamaların başarısızlığını ise yetiştirilen “niteliksiz mühendislerde” aranması, yüzlerce mühendisin bugün kazaların müsebbibi olarak gösterilmesi, bizlere tek başına Türkiye kapitalizminin eğitim düzeyini göstermemektedir. Aynı zamanda başarısızlık, Türkiye kapitalizminin riyakarlığı, plansız büyüme hamleleri ve sermayenin yıkıcılığında aranmalıdır.
Devamında, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanının istihdam koşullarını ve etkileşimli olarak sermaye sınıfının bu alana yaklaşımını incelemeye çalışacağız.
* Birtan Altan (Makine Mühendisi, İşçi Sağlığı ve Güvenliği Bilim Uzmanı)
** Bu yazı 28 Ağustos 2014 tarihinde İleri Haber Portalı’nda yayınlanmıştır.