Çok basit bir soru gibi görünse de, iş kazaları söz konusu olduğunda, iş kazası tanımı en fazla üzerinde hemfikir olunan, en az tartışmalı başlık olarak karşımıza çıkmaktadır. İş kazalarının kaçınılmaz bir biçimde üretim süreciyle ilişkili oluşunu, işçinin, sermaye sahibinin, üretim araçlarının ve metanın; bunlardan en az birinin kazadan etkilenmiş olması iş kazası denildiğinde ortak bir algının da oluşmasını sağlamıştır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) iş kazaları tanımına göre “Yaralanmalara, ölümlere, üretim kayıplarına ve zararlarına yol açan planlanmayan olaylar” olarak tanımlanmaktadır”.
Öte yandan üzerinde uzlaşılan bir başka konu da pek çok kaynakta defalarca vurgulandığı üzere iş kazalarının % 98’inin, meslek hastalıklarının ise % 100’ünün önlenebileceğidir. Buradan devam edersek, bu verilerin bilimsel dayanaklarına ilişkin konu ile ilgili epidemiyolojik araştırmaları, Uluslararası Çalışma Örgütünün raporlarını, Avrupa İş Sağlığı ve Güvenliği Ajansının raporlarını, Amerikan Ulusal Mesleki Sağlık ve Güvenlik Enstitüsü’nün raporlarını değerlendirmeye çalıştığında yukarıdaki veriyi doğrulayan bir kaynağa ulaşmak mümkün değildir. Konunun önemi yukarıdaki ifadeden hareketle iş kazalarının %98’i önlenebilir ise %2’sinin önlenemeyecek oluşu sonucuna varılmasıyla ilişkilidir. İş kazalarının bir bölümünün önlenemez olduğu sonucuna bizi götürebilecek yaklaşımın kaynağı iş kazalarının hangi faktörlerin etkileşimi sonucu ortaya çıktığını açıklamaya dönük teorilerden en eski ve tarihsel olanı olabilir. 1930’larda tanımlanan Domino Teorisi kazaların % 88’ini insanların güvenli olmayan davranışlarına (güvensiz hareket), % 10’unu güvenli olmayan eylemlere (güvensiz koşullar) bağlarken; geriye kalan % 2’sinin ise “Allahın işi-takdiri-” “Acts of God” olduğunu varsayıyordu. Böylelikle % 2’sinin nedeni açıklanamayan iş kazalarının önlenebilirliğini tartışmak da mümkün olamayacaktır.
Ama nedense, gerçekleşen tüm kazalar bu %2’nin içindedir. “Tahmin edilemezlik”, “beklenmeyen olay”, “kader”, “takdir-i ilahi”… Mutlaka insanın müdahale edemeyeceği bir alan olduğu varsayıldığında çok güzel bir kaçış noktası yaratılmaktadır.
İnşaat sektöründe çalışanlar, yöneticiler ve mühendislik öğrencilerinin algısında da kazalarda en önemli unsur “güvensiz davranış” ve “eğitim” unsurudur. Buna göre kazaların esas nedeni işçilerin eğitimsiz olması ve hatalı davranışlarıdır. Geçen aylarda İstanbul’un en merkezi mekanlarından birisinde, büyük bir yangın çıkan inşaatın dış cephesinde şunlar yazmaktadır:
Kazaların 4 Ana nedeni
Göremedim
Düşünemedim
Bilmiyorum
Acelem var!
Demek ki ortada ciddi bir yanlış algı bulunmakta, sermaye sınıfı ve onun temsilcileri tarafından da bu algı sürekli yeniden üretilmektedir. Tuzla tersanelerine dönük olarak yapılan çalışmalarda da, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işçilerin eğitimsizliğini kazaların ana etmeni olarak görmektedir. Tüm bunların ötesinde konuyla ilgisi olmayan birisi için bile iş güvenliği denince ilk imgenin “baret” olması, ideolojik açıdan iş kazalarını algılama konusunda burjuva ideolojisinin egemenliğini göstermektedir.
İşyerlerindeki risklere biraz yoğunlaştığımızda, her türlü üretim sürecinin kendine has riskler barındırdığı görülecektir. Kimyasallar, tozlar, yüksekte çalışma, kesici batıcı cisimler, elektrik, makina kullanımı hepsi de işçileri tehdit eder. Güvenli bir çalışma için “İşçiler eğitimsiz ve verdiğimiz kişisel koruyucuları kullanmıyorlar (baret, gözlük, eldiven, emniyet kemeri gibi)” söylemi riskli çalışma ortamlarında belki de söylenecek en son hususlardan birisidir. Zira iş güvenliği uzmanları açısından riskleri önleme hiyerarşisinde en önemli husus “ortam”ın değiştirilmesi ve güvenli hale getirilmesidir. Bu Marksist yöntem açısından da olması gerekendir.
Bunun için sırayla aşağıdaki hususlar vurgulanmalıdır:
1. Tehlikeli işlerin yapılmaması gerekir. Örneğin: Kot taşlama insanlık için zorunlu bir iş değildir. Kot taşlamayı sağlıklı ve güvenli bir şekilde yapmak için işçilerin tam anlamıyla bir astronot gibi giyinmesi şarttır, aksi takdirde silikosis hastalığı çok kısa zamanda kesinlikle ölümlere yol açmaktadır. Yapılması gereken kot taşlamayı yasaklamaktır! İşçilere verilecek eğitim ve maske gibi kişisel koruyucuların anlamı bulunmamaktadır.
2. Tehlikeli maddelerin, yöntemlerin, araç ve ekipmanların kullanılmaması gerekir. Örneğin Asbest kanserojen bir maddedir. Kullanım kolaylığı ve ucuzluğu nedeniyle özellikle inşaat sektöründe kullanılır. Dünya Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, her yıl asbest yüzünden 100 bin kişinin yaşamını yitirdiği tahmin edilmektedir. Üstelik dünyada asbest üretimi 1970’lerden bugüne sürekli azalmasına rağmen, geçmiş dönemde temasta bulunanlar için risk hala devam emektedir. Türkiye’de daha yeni yasaklanmakla birlikte, evlerimizin çatılarında ve tesisatlarda hala bulunmakta olup, tamir ve bakım işlerinde ortaya çıkabilecek riskler hala yerinde durmaktadır. Bunun yerine daha sağlıklı malzeme kullanılabilir, ancak kapitalizm ucuz, verimli, karlı olanı, tehlikeli de olsa sonuna kadar kullanmakta ısrar eder ve karşılığında binlerce işçiyi öldürür. Mücadeleler belli bir noktaya gelince yasaklanır ve “cezalar” verilir. Örneğin firma ismini bir yapı malzemesi gibi kullandığımız ve çoğumuzun aşina olduğu Eternit firması, dört büyük fabrikasından İtalya/Casale’de çalışan işçiler ve Casale halkında yol açtığı ölümcül sonuçlardan dolayı işçi aileleri, belediye ve sendikalara ödemek üzere Şubat 2012’de toplam 95 milyon Euro cezaya çarptırıldı. Aynı zamanda firmanın iki sahibi, Stephan Schmidhein ve Louis de Cartier, 16’şar yıllık hapis cezalarına çarptırıldılar. 35 bin kişinin yaşadığı Casale şehrinde, yaklaşık 2000 kişinin asbeste bağlı akciğer/ akciğer zarı kanserinden öldüğü hesaplanmıştı (http://aawl.org.au/content/jail-sentence-asbestos).
3. Tehlikeli işlerde, risklerin azaltılması gerekir. Aşırı kar hırsı daha riskli çalışma ortamları yaratmıştır. Tehlikeli işleri ortadan kaldırmak mümkün değilse ve tehlikeli maddeleri kullanmak zorunluysa, üçüncü aşamaya geçilir ve risklerin azaltılmasına çalışılır. Ama bunun için de esas ulaşılması gereken nokta ilk önce ortamın güvenli hale getirilmesidir. Örneğin binlerce insan yüksekten düşme sonucu yaşamını kaybetmektedir, bunun için yüksekte çalışma sırasında, korkuluk, düşmeye karşı ağ sistemleri kurulmalıdır. Yasal olarak da zaten tüm bunlar zorunluluktur.
4. Kişisel koruyucuların kullanımı sağlanmalıdır. Ancak kişisel koruyucuların iş kazaları ve meslek hastalıklarını önlemede temel başlık olmadığı bir kez daha vurgulanmalıdır. İşin bir başka boyutu ise, genel olarak kişisel koruyucu malzemelerin işçileri rahatsız etmesi, çalışmayı zorlaştırması, özellikle hızlı çalışmaya zorlanan işçilerin, kişisel koruyucuları kullanmaları halinde birim zamanda daha az parça/iş üretmeleri ve bu ekipmanı kullanmama eğilimine girmeleridir.
5. İşçilerin yaptıkları işler konusunda eğitilmeleri gerekmektedir. Tüm yukarıda sayılanlar yapıldıktan sonra eğitim ve kişisel koruyucular önemlidir denebilir. Örneğin iskelede çalışan bir işçi, standartlara uygun bir iskelede çalışmalı, korkuluklar kurulmalı, ondan sonra emniyet kemeri olup olmaması ve işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alıp almaması tartışılmalıdır.
Biraz uzun da olsa söylediklerimizi 200 yıl öncesinden özetleyen aşağıdaki alıntı, “neden işçiler ölüyor” sorusunun yanıtlarını vermektedir:
“Durum şudur: Eğer çocuklar dikkat gösteremiyorlarsa, çalıştırılmaları yasaklanmalıdır. Yetişkinler kendilerini tehlikeye atıyorsa, o zaman onlar da tehlikeyi tüm boyutlarıyla kavrayamayan bir çocuk zekasına sahip büyükler olmalıdırlar; bunun için suçlanması gereken de onları, zekalarını geliştirmeleri için elverişli olmayan ortamda tutan burjuvazidir. Ya da makineler kötü düzenlenmiştir; çevresine parmaklık konması gerekir; bunun sağlanması da burjuvazinin işidir. Ya da işçi tehlike tehdidine aldırmayacak kadar baskı altındadır, ücretini haketmek için hızlı çalışmak zorundadır, dikkat gösterecek zamanı yoktur ve bundan da burjuvazi sorumludur. Örneğin birçok kaza, işçilerin çalışmakta olan makineyi temizlemeleri sırasında olmaktadır. Niçin? Çünkü aksi halde burjuva, işçiyi, makineyi, kendi serbest kaldığı saatte durdurup temizlemeye zorlayabilir; işçi de doğal ki kendi serbest zamanının hiçbir anını kurban etmek istememektedir. Her serbest saat, işçi için o kadar değerlidir ki, o saatlerinden birini burjuvaziye feda etmektense çoğu zaman haftada iki kez yaşamını tehlikeye atar. Makinenin temizlenmesi için gereken zamanı patron, işçinin çalışma süresinden çıkarsın, o zaman hiçbir işçi, çalışmakta olan makineyi temizlemeyi düşünmeyecektir. Kısacası, hangi yanından bakılırsa bakılsın, kusur en sonu imalatçınındır ve ondan, çalışamaz hale gelen işçiyi en azından yaşam boyu desteklemesi ve kazayı ölüm izlerse mağdurun ailesini desteklemesi istenmelidir. Manüfaktürün erken döneminde, kaza oranı şimdikinden çok daha yüksekti; çünkü makineler daha düşük nitelikteydi, daha küçüktü, daha karışıktı ve çevresine hiç parmaklık konmazdı. Ancak, tek bir sınıfın yararı uğruna bunca ciddi deformasyona ve sakatlığa yolaçan, çalışkan insanları, burjuvazinin hatasından ötürü iş sırasında ortaya çıkan sakatlıklar yüzünden açlığa ve yoksunluğa mahkum eden duru-mun ciddi biçimde sorgulanmasını gerektirecek ölçüde,çok kaza, hâlâ olmaktadır. İşte size, imalatçıların, nefret edilesi paragözlüğünden ileri gelen, pek hoş bir hastalıklar listesi! Kadınlar çocuk doğuramaz hale geliyor, çocuklar deforme oluyor, erkekler dermansızlaşıyor, kollar-bacaklar ezilip parçalanıyor; yalnızca burjuvazinin kesesini doldurma uğruna hastalık ve sakatlıklarla yüklü hale getirilen kuşaklar bir bütün halinde çökertiliyor (Engels, F (1997) Kişisel Gözlemlerden ve Sağlıklı Kaynaklardan, İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu, Eriş Yayınları, Birinci Baskı, Ankara, Sayfa 176-206 (Friedrich Engels’in Die Lage der arbeitenden Klasse in England (1845) )
İşçi sağlığı ve iş güvenliği sorununu üretim ilişkilerinden ve toplumsal ilişkilerden bağımsız düşünemeyeceğimize göre “neden” sorununa da bu bağlamda yanıt aramak, biraz işyerlerinin dışına çıkmak gerekmektedir…
Emre Gürcanlı