Yıllardır derelerinin başında, ağaçlarının önünde gece gündüz nöbet tutan mücadeleci köylüler, kentlerde farklı platformlarda yıllardır kamuoyunda farkındalık yaratmaya çalışan ve Türkiye’nin su mücadelesine dair bir fikri olan herkes, bu günlerde 13-15 Şubat’ta düzenlenecek olan Barajlar ve HES Fuarı ve 2.Barajlar Kongresi’nin şaşkınlığını yaşıyor. Bu şaşkınlığın yüzlerce sebebi var elbette. Fakat Türkiye’nin su hikâyesinin gidişatındaki bu pişkinlik örneğinin enerjide bize vaad edilenlerin çok ötesinde bir anlamı var.
Son birkaç yıl içerisinde suyun uluslararası ölçekte kazandığı meta değerinin pik yapmasının ardından pratik anlamda her hangi bir sorunla karşılaşmak istemeyen kamu-özel sektör işbirliği, suyun piyasaya devrini yasal düzenlemeler, eklemeler ve düzenlemelerle büyük ölçüde tamamladı. Topluma karşı sinsice yürütülen hukuki saldırıya karşı, toplumda giderek artan tepkilerin susturulabilmesi için meşruiyet arayışına girildi. Su kaynaklarının özelleştirilmesi konusunda tüm dünyada başat rol oynayan ve Türkiye’ye su yönetiminde, suyun piyasaya entegrasyonu konusunda yön veren Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Uluslararası Para fonu(IMF), Birleşmiş Milletler (UN), 2009 yılında Türkiye’de gerçekleştirdiği 5. Dünya Su Forumu’nda su sorununun fiyatlandırmadan kaynaklandığı, su hizmetlerinin özel şirketler tarafından verilmesi gerektiği vurgulayan Dünya Su Konseyi ve Dünya Bankası, DSİ ve ilgili tüm bakanlıklar sermaye gruplarına tam destek verdi. Son olarak Başbakan Tayyip Erdoğan da bu sürece “Su akar Türk yapar” özdeyişiyle dahil oldu. Ayrıca damadı Berat Albayrak’ın 2007 yılında CEO’luğunu üstlendiği Çalık grubunun enerji alanında yatırımlara başlamasının zamanlaması oldukça manidardı. Bu alanda önemli bir sermaye yığını olduğunun farkında olan farklı sektörlerden iş adamları kendilerine sağlanan kolay ve ucuz kredilerle HES lisansı alma yarışına girdi, kriz dönemlerinde bile kar elde edebilen karbon piyasasında yerlerini vakit kaybetmeden almaya başladılar. Enerjide yeni yatırım modelleri geliştirildi ve EPDK’nın lisans alan elektrik üretim tesislerinde % 54 ‘lük(1) payla ilk sırayı hidrolik enerjisi aldı. Bu esnada sermaye sınıfı da bizlere anlatacağı en güzel hikâyeleri bulmakta hiç zorlanmadı; enerji bağımlılığımız, artan enerji açığı, kalkınma ihtiyacımız, hali hazırda su fakiri olan ülkemizin su kıtlığı yaşayacağı öngörüsü ile sularımızın, havzalarımızın ve yeraltı su kaynaklarımızın korunma ihtiyacı…
Bunlar Türkiye insanına başlarda oldukça mantıklı göründü. Fakat sonrasında bu hikâyelerin her biri birer birer masala dönüştü. 2013 yılı itibariyle %72(2) olan enerjide dışa bağımlılığımızdan kurtulmamız için bulunan çare olarak kurulan tüm nehir tipi HES tesisleri, enerji ihtiyacımızın 2013’te yalnızca % 7 sini karşılayabildiği gibi enerjide dışa bağımlılığımızın azalması beklenirken enerjinin kamuya tamamen kapatılması, enerjide özelleştirmelerin artırılması, artan enerji talebinin yönetilememesi ile bu oran 2010-2012 yılları arasında % 17 oranında arttı(2). Bununla birlikte enerjide kayıp kaçak oranı % 16-17’lerde seyrediyor ve bu oranın azaltılması için neredeyse hiçbir çalışma yapılmamakla birlikte ortaya çıkan maliyet tüketici faturalarına yansıtılıyor(3).
Uzunca bir zamandır tartıştığımız özellikle nehir tipi HES projelerinin verimsizliği, zararları bir yana, özellikle endüstriyel alanda suyun kullanımını denetime sokmak için düzenlenen yasalar tam tersine denetimsizlik yarattı. “Su Kullanım Hakkı” Anlaşması ile birçok yasa birleştirilerek hukuki saldırının dozajı artırıldı. Bu düzenlemeler kapsamında su kaynaklarının bulunduğu arazinin sahibine, su kaynakları üzerinde, sahip olduğu santral için ihtiyacı kadar sudan öncelikli faydalanmaya hakkı tanındı. Sudan öncelikli faydalanma hakkı beraberinde su kullanımında eşitsizlikler ve adaletsizlikler yarattı. Fakat kalkınma vizyonu hız kaybetmedi. Şirketlere su miktarları üzerinden verilen garantiler ile su azlığı, kuraklık vb. beklenmeyen koşullarda şirketlerin yaşayacağı maddi kayıplar imzalanan sözleşmeler çerçevesinde minimuma indirildi. Şirketlerin maddi kayıpları karşılandı (Örn: Yuvacık Barajı) Bu şirketlere yapılan ödemeler ise halkın ödediği vergilerle karşılanmakta. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, kurulacak santraller için şirketlerin suya erişimini garanti altına alırken köylülerin payına tarımsal sulama için ön ödemeli sayaçlar düştü. Sonuç olarak suya erişim önceliği olan şirket yetkilileri dereleri ve su kaynaklarını bölge halkının elinden aldı, tarım ve hayvancılıkla yaşamını sürdüren köylüler sayaç faturalarını ücreti ödeyemez duruma geldi. AKP’li yöneticiler de bu durumda köylüye göç etmesini önerdi. Medyaya konu olabilecek trajediye ve magazine sahip olmayan yerel direnişlerin haber değeri Loç Vadisi direnişi sonrası köylülerle konuşma cezasına çarptırılan Leyla’nın sarı yazmasına takılıp kaldı. Şirketler için çıkan yasal pürüzlerde devlet hemen şirketlerin imdadına koştu. Yeni yasalar çıkarıldı, sit alanlarının kapsamı değiştirildi, acele kamulaştırma bile devreye girdi, pürüzler giderildi ve sözde kalkınmaya devam edildi. Her biri ayrı bir yazı konusu olan, buraya sığdıramayacağım tüm başlıklarda durmak bilmeden yola devam eden AKP’nin enerji planlamaları daha da hız kazandı. Yalnızca derelerimiz değil yeraltı sularımız tam teşekküllü olarak piyasanın himayesine sunuldu. Ama tüm bu süreçte verilen mücadelelerle tüm gerçekler de teker teker ortaya döküldü ve bu sefer kimse kayıtsız kalamadı. Bununla paralel olarak gittikçe daha da örgütlenen ve mücadele deneyimi kazanan toplumsal hareketlilik Karadeniz’den Munzur’a, Hasankeyf’ten Alakır’a ve tüm kentlerde kendi mücadele biçimlerini oluşturdu.
Gücü elinde bulunduran sermayedarlar meşruiyet savaşında hala yenik. Çünkü halkın haklılığını gizlemek için üretilen hukuki zeminin tamamen güç dengeleriyle ilişkili olduğunun farkındalar. İş adamlarının DSİ’nin desteğini de alarak düzenledikleri “Barajlar ve HES Fuarı ve 2. Barajlar Kongresi” büyük bir pişkinlik abidesi olarak önümüzde duruyor. Haksızlığın yarattığı korku hakikaten kötü bir duygu olsa gerek. Meşruiyet diyoruz ya, fuarın katılımcı şirketleri fuar gününe kadar açıklanmadı örneğin. Fuar için güvenlik önlemleri had safhadaydı. Ve fuar alanının önünde basın açıklaması yapan eylemcilere beklenildiği gibi polis biber gazıyla hemen müdahale etti. Akabinde ise Çevre ve Şehircilik Bakanı, yaptığı açıklamayla ya bizleri aptal yerine koydu ya da meseleyi ya hiç anlamamış olduğunu göstererek, “Yabancı firmaların gazına gelmeyin” telkininde bulundu. Biz bu telaşı anlayabiliyoruz aslında. Karşılarında örgütlü, geri adım atmayan ve kararlı bir aklın olduğunu biliyorlar çünkü.
Enerji planlamasındaki sorunların yalnızca HES’ler ve barajlarla sınırlı olmadığını nükleer enerji ısrarında da görebiliyoruz. Sermayenin penceresinden bakan bir sistem her zaman toplumun ihtiyaçlarını arka plana iter. Bölgenin ekolojik, sosyolojik ve çevresel etkileri göz önünde bulundurularak, bilimsel araştırmalara dayanan baraj ve HES projeleri üretebilmek için bakılması gereken nokta, su kaynaklarımızın kimin için, ne için kullanıldığıdır. Yapılacak olan, enerji planlamasının ve ekonomik ihtiyaçların toplum için geliştirilmesidir.
12.02.2014
Referanslar:
1) http://www.tr.boell.org/downloads/turkiyenin_enerji_gorunumu_oguz_turkyilmaz_2012.pdf
2) http://www.epdk.gov.tr/
3) http://enerjienstitusu.com/2011/09/05/emo-kayip-kacak-hedefleri-yukseldi/