Kamuoyunun Haliç Port Projesi olarak bildiği ve ihalenin duyurulmasından, teklif alınma usülüne kadar her aşamasında şaibelerle dolu olan bu rant projesinin yer teslimi 8 Kasım 2013 tarihinde yapıldı. İçerisinde her biri 70 yat kapasiteli iki yat limanı, her biri 400 oda kapasiteli 5 yıldızlı iki otel, dükkânlar, restoranlar, kongre ve kültür merkezleri, sinema ve eğlence tesisleri, 1000 kişilik cami ve otopark olduğu söylenen proje(1), Haliç’in kuzey kıyısı ve ona komşu alanlarda durdurulamaz bir mekansal dönüşümü tetikleyecek. Bunun sonucu olarak da hem önemli bir endüstri mirasımızı kaybetmiş olacağız, hem de yakın çevresindeki kentlinin gönülsüzce yerinden edileceği, mülksüzleştirileceği yağma projelerine tanıklık edeceğiz. İhale hakkında, iptal ve yürütmeyi durdurma istemiyle açılmış ve henüz sonuçlanmamış bir dava olmasına rağmen, tamamı SİT kapsamına giren tesisin içindeki gemi yapımında kullanılan muhtelif makina ve teçhizatın hurda fiyatına elden çıkarılmış olduğunu ihalenin sonuçlanmasıyla öğrenmiş olduk.
Geçmişi 558 yıl öncesine kadar uzanan, işlevi değişmeksizin güncellenerek hala kullanılmaya devam eden dünya üzerindeki tek tersane kompleksi olma özelliğine sahip Tersane-i Amire, bir rant projesine dönüştürülmek istendiği günümüze kadar kullanılış amacı ile, yakın çevresinin kent dokusu ve kültürel belleğini büyük ölçüde etkilediği gibi ayrıca endüstri tarihimizdeki yeri açısından da önem taşımaktadır. Ancak bu tesisin önemi çok geç farkedilmiş ve ülkenin içinden geçtiği ekonomik, sosyolojik dönüşümlerle paralel olarak, zaman zaman işlevi dışında kullanılacak öneriler geliştirilmiştir. Zarar ettiği gerekçesiyle üretimin durdurulduğu dönemler yaşanmış, Haliç’te sanayinin desantralizasyonu kapsamında yerel yönetimler tarafından tersanelerin taşınması bir proje olarak dönem dönem kamuoyuna sunulmuştur. Tersane-i Amire’nin zarar ettiği gerekçesiyle önce kapatılmasına, sonra da özelleştirilmesine karar verildiği 1993 yılından iki yıl sonra ilk kez alanın endüstri arkeolojisi siti olarak değeri farkedilmiş ve tescilleme çalışmaları başlatılmıştır. Dönemin İstanbul 1 Nolu Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun aldığı kararda, Camialtı, Taşkızak ve Haliç Tersanelerini de içerisine alan büyük bir bölge SİT alanı ilan edilmiştir (2).
Grafik 1 : İstanbul 1 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 24.04.1996 gün ve 7680 sayılı kararı ile SİT alanı ilan edilmiş alan sınırı, tecillenmiş ve tescillenmesi için önerilmiş olan taşınmaz kültür varlıklarını ve Haliçport Projesi’nin sınırlarını gösterir grafik.
Bir bütün olarak Tersane-i Amire (Haliç Tersaneleri)
Tersane-i Amire Kompleksi’ne zaman içinde doğan farklı ihtiyaçlara ve teknolojik ilerlemeye paralel olarak çeşitli ekler yapılmıştır. Tarihsel olarak, ülkemizde gemi sanayisinin, savunma sanayisi odaklı ortaya çıkması nedeniyle, Haliç Tersanelerinin yakın çevresine askeri eğitim, üretim, yönetim ve rekreasyon tesisleri inşa edilmiştir. Bunun yanında İstanbul’un fethinden sonra kurulan ilk mahalle olan Bedrettin Mahallesi de, tersane çalışanlarının konut alanı olması ve tersane bölgesinin lojistiğini sağlamasıyla, Tersane-i Amire’nin bir diğer parçası kabul edilebilir. Tersane-i Amire’nin içerisindeki Haliç, Camialtı ve Taşkızak Tersaneleri dışında, Kasımpaşa Vapur İskelesi, eski Kalyoncu Kışlası, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Binası, Bahriye Dikimevi Tesisleri, Bahriye Hastanesi ve ek binaları, spor tesisleri, Çorlulu Ali Paşa Camii, Aynalıkavak Sarayı da bu büyük kompleksin birer parçasıdır (3). İşlev bütünlüğü ve bağlam açısından bu tesisler birbirinden bağımsız değerlendirilmemelidir. Başka bir ifadeyle, bu bölgede yapılacak herhangi bir müdahele, mevcut SİT sınırları ve onun etkileşim içerisinde olduğu çeper alanlarıyla birlikte ele alınmalıdır. AKP’nin ihale yoluyla özelleştirdiği yer, Taşkızak ve Camialtı Tersanelerinin de içinde bulunduğu 25.000 m² lik bir alandır. AKP akılları bulandırmak, hedef saptırmak amacıyla “Haliç Tersanesi’ne dokunmuyoruz, biz Taşkızak Tersanesini ihale ettik” demektedir. Ancak ICOMOS’un “Endüstriyel Miras Alanları, Yapıları ve Peyzajları için Koruma Ortak İlkeleri” doğrultusunda korumaya konu olan endüstriyel alan, yapılar ve onu çevreleyen peyzaj alanları, üretim sürecinin geçmişte ya da günümüzde devam ettiğini kanıtlar nitelikteki taşınabilir ya da taşınmaz makine, techizat, endüstriyel alanla ilişkili olan toplumların yaşamını biçimlendiren sosyal ve kültürel miras, bir bütün olarak “endüstriyel miras” tanımına girmektedir (4). Bu durumda Tersane-i Amire’de, tek tek tescilli yapılar üzerinde tasarruf geliştirilemez ya da bu bölge sit alanı içerisinde bağlamla ilişki kurmayan bir değerlendirmeyle ele alınamaz; geniş bir etkileşim alanında kapsamlı bir değerlendirmeyle planlanma yapılmalıdır.
AKP’nin sahte tarihselciliği
Osmanlı tarihinin, onun temsil ettiği değerlerin, tarihsel olarak seslendiği coğrafyanın, AKP tarafından her fırsatta nasıl sahiplenildiğini biliyoruz. Dış siyasette bölgenin emperyalist projelerinde rol kapmak için ecdadlarının at üzerinde fethettiği eski Osmanlı coğrafyasında halifecilik oynarken, iç siyasette bu rol üzerinden “Fatih’in evlatları”, toplumun belleğine yerleştirilmiş altın çağa öykünen, ama ancak tatsız birer kopyası olan yapılar inşa ettiler. Senelerdir bitiremedikleri Marmaray projesini yine tam bitiremeden açıp “ecdadımız gemileri karadan yürüttü biz treni denizden” dediler. Osmanlı’nın çılgın projelerinden seçmece, yağma projeleri geliştirdiler. Tüm bunları yaparken de tarihi mirasa en iyi kendilerinin sahip çıktığını ileri sürdüler. Ama tarihi yarımadanın siluetine vurulan en büyük iki darbe de onların iktidarı ve yerel yönetimi döneminde oldu. Kagir, ahşap binaları yıkıp yerine çirkin betonarme binaları koruma anlayışıyla örtüşmeyen yöntemlerle inşa ettiler. Bunu tarihe sahip çıkmak adı altında yaptılar. AKP’nin tarihe sahip çıkma anlayışıyla ilgili karnesi oldukça kabarık ve burada saymakla bitmez. Fakat tarihini, ecdadını bu kadar sahiplendiğini ileri süren bir iktidarın, gözünü kırpmadan temelleri Fatih Sultan Mehmet’e kadar dayanan, halen kullanılabilir durumda olan Osmanlı’nın 558 yıllık sanayi tesislerini rant uğruna harcaması bizim için şaşırtıcı değil, ironik. Ancak bu darbe ne yazık ki sadece endüstri mirasımıza vurulmuş bir darbe olmayacak.
Haliç kıyıları, Okmeydanı, Dolapdere ve Galata
Mimarlık literatürüne “Bilbao Etkisi” olarak girmiş olan terim, İspanya’nın Bilbao kentinde işlevini yitirmiş endüstriyel alanda yıldız bir mimarın üzerine yıllarca konuşulacak ikonik bir müze tasarlamasıyla birlikte, bölgede tetiklenen mekansal ve sosyolojik dönüşümün, bir kentsel dönüşüm stratejisi olarak kullanımını ifade eder. Neoliberalizm bu yolla kent toprağından en hızlı ve karlı biçimde nasıl meta üretilebileceğini tüm dünyaya göstermiş oldu. Haliçport projesinde Frank Gehry gibi bir yıldız mimarın imzası olacak mı henüz bilmiyoruz ama, öyle olmasa da Haliçport’un yenileme alanı kapsamına alınmış olan Kasımpaşa, Okmeydanı ve Galata’da dönüşümü tetikleyeceğini görmemek işten bile değil. Planlanan da bu zaten! Beyoğlu Belediyesi sınırlarında kalan bu bölgeler için yıllardır Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı adı altında stratejik noktalarda imar faaliyetlerini hızlandıracak planlar hazırlanıyor. Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı deyince buradaki “koruma amacı” sizi yanıltmasın. Topçu Kışlası, Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi, Taksim Su Maksemi arkasına yapılmak istenen cami projesi, AKM’nin cezalandırılırcasına senelerce kaderine terk edilmesi, Emek Sineması’nın yağmalanması, Beyoğlu’nda Kentsel SİT Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar ve Uygulama İmar Planları varken hayata geçirilmeye çalışıldı. Harbiye Bölgesi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı ile birlikte, bugüne kadar parça parça yağmaya açılmış olan İstanbul’un en önemli SİT alanlarından birine en hafif tanımla imar affı getirilmiş oldu. Haliç’e yapılan Metro Geçiş Köprüsü yine koruma kurulları onayıyla hayata geçirildi. Kısacası, İstanbul’da koruma amaçlı bir plan yapıldığında bugüne kadar hep arkasında kamuya ait olan alanların ulusal, uluslararası sermayenin çıkarlarına uygun dönüştürülmesi ile karşılaştık. Yaptığımız her şey mi kötü diye sormakta çok haklılar. Yaptıkları her şey elbette birilerine fayda sağlıyor. Ancak bugüne kadar sadece halkın faydası için bir şey yaptıklarını göremedik. Attıkları her adıma kuşkuyla bakar olduk. Zaten bugüne kadar bizi hiç yanıltmadılar. Asıl tersi bir eylemlilik şaşırtıcı olurdu. Çünkü AKP, tam da temsil ettiği değerlerle, tarihe, insana, kentlilik, yurttaşlık kavramlarına, kültürel belleğe bakış açısı nedeniyle, sermaye sınıfı tarafından vazgeçilmez bir erk durumundadır. Sahip oldukları erki devam ettirebilmek için, yağmaya devam etmek, bilimin söylediğini reddetmek, metanın ihtiyaçlarını öncelemek zorundalar.
Grafik 2 : Haliçport Projesi’nin hayata geçmesiyle birlikte doğrudan etkileşime gireceği koruma alanları: Beyoğlu İlçesi Kentsel SİT Bölgesi, Dolapdere-Piyalepaşa Bulvarı ve Çevresi, Okmeydanı Tarihi SİT Alanı, Halıcıoğlu-Sütlüce Haliç Kıyıları.
İstihdam kaynağı reel üretimden, zarar eden endüstriyel çöküntü alanına
Tersane-i Amire içerisindeki üç tersaneden Haliç ve Camialtı Tersaneleri 2006 yılına kadar Türkiye Gemi Sanayi Anonim Şirketi’nin yani kamunun mülkiyetindeydi. 1994 yılında açıklanan ekonomik kalkınma planı çerçevesinde zarar ettikleri gerekçesiyle önce kapatılmalarına, 1995 yılında ise kapatılmasından vazgeçilerek özelleştirilmesine karar verilmiştir. Aynı yıl özelleştirilmiş ancak açılan dava sonucu özelleştirme de iptal edilmiştir. Galata Köprüsü’nün açılamaması nedeniyle de uzun yıllar atıl kalmıştır. (5)
Haliç tersanesi’nin, Pendik ve Tuzla’daki kamu ve özel sektör tersanelerinin kurulduğu dönemlerde ihtiyaç duyulan yetişmiş nitelikli elemanı sağlaması açısından ülkenin gemi sanayisi gelişiminde önemli bir yeri vardır. Sahip olduğu endüstriyel donanım bakımından işlerliğini sürdürebilecek durumda olan Haliç ve Camialtı Tersaneleri yoğun faaliyet dönemlerinde sırasıyla 1300 ve 1000 kişi çalıştırma kapasiteleriyle aynı zamanda önemli birer istihdam kaynağı durumundaydı. Taşkızak Tersanesi’nin mülkiyeti ise Türkiye Cumhuriyeti Deniz Kuvvetleri’ndeydi. 2005 yılında çeşitli restorasyon işleri ve Deniz Müzesi’nin yenilenmesi karşılığında mülkiyeti İstanbul Büyükşehir Belediyesine devredildi(6). T.C. Deniz Kuvvetleri ile İ.B.B. arasında imzalanan protokolün devir şartları arasında “Mülkiyeti üçüncü taraflara devredilmemek, tarihsel dokunun bozulmaması ve sosyal amaçlı, toplumsal kullanıma yönelik tesislerin yapımı amacı ile kulanılması” şartı da bulunuyordu (7). Yüzlerce kişiye istihdam kaynağı olan bu üç önemli endüstri tesisinde senelerce Şehir Hatları vapurlarımızın imalatı, bakımı, ve onarımı gerçekleştirildi. Kamuya ait bir tesis olarak kamu faydası için üretim yaptılar. Yüzlerce yılın denizcilik teknolojisi ve teknik birikimiyle genç cumhuriyetin denizcilik endüstrisinin bel kemiğini oluşturdular. Bugün gelinen noktayı, Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdür Yardımcısı Sacit Sadullah Demir şöyle anlatıyor: “Camialtı Tersanesi’nde gemi yapımında kullanılan makinelerin çoğu satıldı. Tersanenin kuruluşu itibariyle mevcut ekipmanın hepsi çok eski. Tornalarımız, vinçlerimiz, kaynak makinelerimiz, marangoz aletlerimiz vardı. Gemi inşaatlarından kalma saclarımız vardı. Bir tane de kuvvet romörkörü vardı 60-70 yaşında. Bunların hepsini sattık. Ahşap kızaklarımız kaldı, onlar da yağmur çamurda çürür. Ahşap kızakları isteyen olursa vereceğiz”(8). Ülkemizin de taraf olduğu uluslararası koruma sözleşmeleri, endüstriyel mirasın içerisindeki tüm ekipmanıyla bir bütün olduğunu söylerken, Tersane-i Amire için alınmış SİT kararı ve tescillenmiş taşınmazlar varken, yaptıkları yağmayı bu kadar normalleştirerek söyleyebiliyor olmalarını ya herhangi bir engelle karşılaşmayacaklarından emin olmalarına, ya da gerçekten yaptıklarının farkında olmamalarına bağlamalıyız. Sadullah Demir sözlerine şöyle devam etmiş: “Neticede ekonomiye bir katkı olması, onun ucunda bir kişinin çalışması ülke adına kazançtır, diye düşündük. O yüzden hurda statüsüne sokmadık, o anlamda gönlümüz rahat” (9). Ülke ekonomisini bu kadar düşündüklerinden olsa gerek, kendi tersanemizde ürettiğimiz, kentlinin belleğinde yer etmiş, ucuz ve ekonomik açıdan sürdürülebilir şehir hatları vapurları yerine, uzakdoğudan deniz otobüsleri ithal etmek istediler. Bu deniz otobüsleri tersanelerimizde üretilen vapurlara kıyasla daha pahalıydı. Sefer yapacağı hatlar nedeniyle boğazdaki işletim hızı sınırına takılacağından vapurlardan daha hızlı gidemeyecek, ama biz hiç ulaşamayacağı hızları için fazlaca para verecektik. Dahası mevcut vapurların imalatı, bakımı ve onarımı için hem teknik, hem ekomomik, hem de konumları bakımından stratejik olarak Tersane-i Amire ideal durumdaydı.(10) Bu nedenledir ki, ülke ekonomisini bu kadar düşünenlerin, kamunun kollektif emeğinin ürünü olan Tersane-i Amire’yi yağmaya açarken aynı kaygıları taşıdıklarından şüphemiz yok!
Herşey için çok mu geç?
Elbette Tersane-i Amire için en ideali işlevini sürdürmesi, bu önemli endüstriyel mirasın gelecek nesillere işler biçimde kendini güncelleyerek aktarılmasıydı. Alanın müzeye dönüştürülmesine dair öneriler de oldu, işlevini aynen koruması gerektiğini söyleyenler de oldu. Aslında her ikisi de aynı anda gerçekleştirilebilirdi, hala gerçekleştirilebilir. Tersaneler bu yağmanın ardından gerçekten işlevini yitirmiş midir, hukuksal yollarla sonuç alınabilir mi, bu soruların cevaplarından bağımsız olarak bu yağma projesi daha fazla geç olmadan durdurulabilir mi sorusuna yanıt vermemiz gerekli. Çoğu insan Gezi’yi kaybettik, artık iş işten geçti derken, AKP bu işi garanti olarak görüyorken, haziran direnişiyle halk, hiç bir zaman hiç birşey için geç olmadığını hatırlattı herkese. Kendi emeğinin kollektif ürünü olan alanlar için gerçek karar merciinin kendisi olduğunu gösterdi bir kez daha. Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi’nin de bir bileşeni olduğu Haliç Dayanışması, yukarıda çizilen çerçeve içerisinde bu önemli endüstriyel mirası kurtarmak için bir araya gelmiş mahalle dernekleri, akademisyen, meslek odası, aktivist, işçi, siyasi parti, konuya duyarlı her türlü kişi ve kurumdan oluşan bir topluluk. Burada sahip olduğu kültürel mirasa sahip çıkmak isteyen herkese yer var. Toplumun çıkarlarından yana tavır alan mühendis, mimar ve şehir plancılarının, bilim ve tekniği toplumla buluşturmaları, Türkiye’de hergün daha da yaşamsal hale geliyor. Ülkemizde kamusal alanlara dair kararlar, siyasi erk ve onun temsilcileri tarafından alınıyor. Bu kararlar neredeyse her seferinde siyasal iktidarın temsil ettiği değerler çerçevesinde biçimleniyor. Temsil ettikleri değerler ile kamunun çıkarları çoğunlukla örtüşmemesine rağmen, ellerinde bulundurdukları gücü kullanarak, toplumu kendi çıkarları doğrultusunda konsolide etmeyi çoğu zaman başarıyorlar. Bu bulanıklık içerisinde, biz teknik elemanların yapacağı en iyi şey, aklını diri tutup, toplumu da aydınlatmak için mücadele etmek.
Referanslar
(1)http://ekonomi.milliyet.com.tr/fatih-in-tersanesi-turizme-/ekonomi/detay/1726518/default.htm
(2)İstanbul 1. No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu 24.04.1996 gün ve 7680 sayılı kararı
(3)Köksal, G. (1996). “Haliç Tersaneleri’nin Tarihsel-Teknolojik Gelişim Süreçleri ve Koruma Önerileri” , İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Restorasyon Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Programı, Yüksek Lisans Tezi
(4)Joint ICOMOS -TICCIH “Principles for the Conservation of Industrial Heritage Sites, Structures, Areas and Landscapes”, “The Dublin Principles” 28 November 2011
(5)Kocavar, M., “İstanbul’un Tersaneleri”, TMH – Türkiye Mühendislik Haberleri, sayı 413, 2001/3
(6)Topbaş, Taşkızak Tersanesi devir protokolünü imzaladı
http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/Pages/Haber.aspx?NewsID=10143#.UpkhXMSkp5V
(7)Erdoğan bu belgeyi görünce “Özden Örnek’i iyi ki içeri attım” diyecek
http://www.odatv.com/n.php?n=erdogan-bu-belgeyi-gorunce-ozden-orneki-iyi-ki-iceri-attim-diyecek-0107131200
(8,9)Tersaneler boşaltıldı makineleri satıldı
http://birgun.net/haber/tersaneler-bosaltildi-makineleri-satildi-6881.html
(10) Behiç Ak ile Söyleşi; “Mimar Olmak, Mimar Olmamak
http://v3.arkitera.com/interview.php?action=displayInterview&ID=58
(*)Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi
Mimar – Peyzaj Mimarı