31 Mayıs 2021
Gün geçmiyor ki bir sorunla uyanmayalım!
Geçen yazımızda plastik atık ihracatına değinmiş ve Türkiye Avrupa’nın çöplüğü mü oluyor diye sormuştuk. Bu günlerde de Marmara Denizi’nde pekçok bölgede görülen ve kıyıya vuran çırpılmış yumurta akı görüntüsü ile kendini gösteren, daha önce 2007’nin Eylül ayında da görülen, müsilaj yada müsilaj agregat denilen, balıkçıların “deniz salyası” dedikleri ‘mahlukat’ başımıza bela oldu. Bu bir plankton çeşidinin ölmesi sonucu dağılan bir parçası aslında.
Peki “-Ölmüş işte ne güzel!” diyebiliyor muyuz? Ya da neden bu kadar çok üremişti, neden öldü, bu ceset parçaları yok olur mu? Galata köprüsünden bile tutulan envai çeşit balığa ne oldu? Hani Haliç Bedrettin Dalan’ın gözleri gibi olmuştu? Bu arada İstanbul’un kanalizasyonu nereye gidiyor? İklim krizi veya küresel ısınma yüzündense neden başka denizlerde yok? Bu durum şimdiden böyle, aura-fauna esirgesin “kanal” yapılırsa halimiz nice olur? Sorular, sorular…
Tarihsel olarak…
1997 yılında, benim de bitirme hocam olan Prof. Dr. Veysel Eroğlu’nun İSKİ Genel Müdürü olduğu zamanlarda, saygı duyduğum bir proje başlatıldı. Haliç’in temizlenmesi. Buna göre Veysel hocanın anlatımıyla:
- Haliç’te 30-40 yıldan beri biriken 5 milyon m3 çamur tabakasının temizlenmesi.
- Haliç’e giren evsel ve sanayi atıksularının girişini engellemek,
- Geçmişte Toplanamayan çöplerin düzenli toplanması ve bertaraf edilmesi,
- Derelerin ıslahı
aşamalarından oluşuyordu (Ek1).
Birinci madde için, Haliç’teki 5 milyon m3 çamur, o dönem dünyada nadir olarak uygulanan bir teknolojiyle, bir boru hattı vasıtasıyla Alibeyköy’deki eski bir taş ocağına pompalandı. Üzerine şu meşhur Vialand yapıldı vs. Güzel…
Yiğidi öldür hakkını yeme, devrimciler bu özellikleriyle başkalarından ayrılır; işin ekonomik boyutundan ve siyasetinden bağımsız olarak mühendisliğine güvendiğimiz Veysel hocamız döneminde, ikinci madde için, yani Haliç’e giren evsel ve sanayi atık sularının girişini engellemek için şunlar yapıldı ve sistem işletilmeye devam ediyor görünüyor:
Kuzey ve Güney Haliç Projesi ile, kuzey bölgeden toplanan atık sular (Kâğıthane, Beyoğlu, Şişli, Beşiktaş ve Sarıyer ilçelerinin atıksuları) kolektörler vasıtasıyla (kolektör arıtma değil, boru/toplama hattıdır), Baltalimanı ön tasfiye tesislerine getirilerek, ön arıtmadan geçiriliyor.
Güney Haliç’ten, Alibeyköy, Küçükköy, Silahtarağa ve Ahırkapı’dan toplanan atık sular da Yenikapı Arıtma Tesislerinde ön arıtmadan geçiriliyor. Bu “ön arıtma” problemin kilit noktası.
Her iki bölgeden “ön arıtma”dan geçirilen atık sular, 75 metre derinliğe giden atık su kanallarıyla, Karadeniz’e ulaşacağı tahmin edilen dip akıntılarına veriliyor. Arıtmada en “kolaycı” yöntem, yeni yaklaşımlarda “ön arıtma” arıtmadan bile sayılmıyor aslında. Buna da Derin Deniz Deşarjı (DDD) deniliyor mühendislik literatüründe. Eksikli de olsa başlatılan doğru projeymiş gibi “görünür” ancak, milyonlarca insan nüfusunu bir bölgeye yığıp yaratacağı sorunları görmezden gelen sağ politikacıları aklamaya yetmeyeceği bir gerçek. Bütünsel bakıldığında bu giriş tablosu birazdan maalesef bozulacak…
Tablo Çok Güzel, Sorun Ne?
Burada 3 tane “hile” demeyelim de gözden kaçan konu var. Bütünsel bakıldığında, Haliç’i kurtardık ama Marmara’yı batırdık. Sadece sorunlar ötelendi ve bugünden bakıldığında palyatif bir çözüm olduğunu, o günü kurtardığını doğa bize kendi diliyle, “müsilaj”ıyla anlatıyor. Bu sonuç için 3 önemli etkenden bahsetmek gerekir:
1.) ÇMO-Çevre Mühendisleri Odası’nın 26.05.2021 tarihli Müsilaj Raporu’na göre yaklaşık 25milyon nüfusun; atık suyu, aslında direk DDD ile Marmara’ya veriliyor! Marmara Denizi çevresinde bulunan çok sayıda kentin (yaklaşık 25-30 milyon eşdeğer nüfusun) atık suları tam biyolojik arıtma olmadan büyük ölçüde fiziksel çökeltme ve ızgara sistemleri sonrasında Marmara denizine deşarj edilmektedir (Ek1).
Baltalimanı ve Yenikapı Atık Su Arıtma Tesisleri henüz sadece “ön arıtma”yı yapabiliyor, halihazırda. Bu sistemden çıkan atık, hala pek çok zararlı mikroorganizma ve kimyasalları içerir. İleri Biyolojik Arıtma planlandı ama hala yapılamadı.
2.) Yapılan araştırmalar, derin deniz deşarjı ile 75 metre derine bırakılan atık suyun sadece %10’unun Karadeniz’e ulaşabildiğini söylüyor. Yani evdeki hesap, çarşıya uymuyor. Bölgesel akıntılar ve yoğunluk tabakalaşmasına göre belirlenen derinlik ve difüzör yapılarının uygunluğu artan nüfusla beraber bugün sorgulanması gereken duruma ulaşmıştır. Müsilajın sürekli ve yaygın halde devam etmesi, deniz içindeki atık su organik dağılımının seyrelmediğini göstermekte olup, “Derin deniz deşarjları” ile bırakıldığı noktalarda yeterli seyrelme olmadığı gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Deniz deşarjı yapılarının dizaynının yeterli olmadığı anlaşılmaktadır (Ek1).
3.) Özel İşletmelerin sahip olması gereken Endüstriyel Atık Su Tesislerinin pek çoğu, neoliberal sistemin karı maksimize etmek anlayışı gereği ya hiç yapılmamakta, ya da yapılanlar, işletme maliyetleri yüzünden çalıştırılmamaktadır.
Sonuç Olarak:
ÇMO-İstanbul Şubesi Müsilaj Raporu’nda Marmara Denizi’ndeki kirlilik/organik yükü yanlış atık su arıtma politikalarından ötürü ciddi şekilde artmış durumdadır. Bunun yanı sıra küresel iklim krizinden ötürü Marmara Denizi su sıcaklığında da müsilaj için optimum koşulları uzatacak nitelikte olumsuz bir artış söz konusu olmaktadır (Ek1). belirtilen organik yük büyük oranda etkilidir.
Bir önceki yazımızda, toplan(a)mayan, gömülen depolanan her çöpün en sonunda gideceği yerin denizler olduğundan, 2018’de İstanbul’da oluşan sel sularıyla tonlarca çöpün Marmara Denizi’ne aktığından bahsetmiştik. Dolayısıyla istenmeyen alg veya plankton türlerinin denizlerimizde üremesi, birden çok faktöre bağlı olmakla birlikte büyük oranda sadece çökeltme ve ızgaradan oluşan ön arıtma sistemi ile ilgilidir.
Bu atık suların sadece “ön arıtma” yapılarak denize deşarj edilmesi Marmara Denizi’nin kirlilik problemini çözmeye yetmemekte, şimdiki İSKİ Genel Müdürü’nün açıklamalarına göre, İstanbul’da kimyasalları da arıtabilen 4 adet İleri Biyolojik Arıtma Tesisi’nin yapımı devam etmekte, 3 yeni planlananla birlikte 7’ye çıkarılması düşünülmektedir (Ek3).
Daha ileri biyolojik arıtma konusuna fiili olarak başlayamamış bir şehirde, arıtarak içme suyu elde etmek gibi komik yaklaşımlardan da vazgeçmek gerekiyor. İçme suyu kalitesinde bir arıtma için, bakteri ve virüsleri de arıtabilecek mikrobiyolojik arıtma yapmak gerekiyor, oysa daha ileri biyolojik arıtmaya başlanmış değil. Kaldı ki biyolojik arıtmada ortaya çıkacak arıtma çamurlarının uzaklaştırılması da ayrı bir problem.
Özel sektöre ait endüstriyel atık su arıtma tesisleriyle beraber, İstanbul’da 88-90 kadar atık su arıtma tesisi var. Öncelikle endüstriyel atık suların yeterli ve doğru şekilde arıtılıp arıtılmadığı da ayrı bir yazı konusu. Karadeniz akıntıları için ise “dip akıntı duası”na çıkmak gerekiyor…
Meşhur sözümüzle bitirelim.
Aslında bir çıkmaz sokaktayız, tüm bu sorunları kapitalizm çözemez!
Nurhan Altınakar – Çevre Mühendisi, Toplumcu Meclis
Kaynak linkler:
1.) https://www.sonsaat.com.tr/37851/diger/prof-dr-veysel-eroglu-halici-kurtarma-projesi-bir-destandir/
2.) TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin “Marmara Denizi Müsilaj Sorununun Sebepleri, Değerlendirmesi ve Çözüm Önerileri Raporu”
https://www.cmo.org.tr/resimler/ekler/21995cdfa871c80_ek.pdf?tipi=78&turu=H&sube=2
3.)https://www.iski.istanbul/web/tr-TR/kurumsal/haberler1/haberler-detay/iski-uc-ileri-biyolojik-aritma-tesisi-yapiyor