Meslek çevrelerinde şok etkisi yaratan yeni bir gündem daha… Çamlıca tepesine Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp`in önerdiği cami projesi Londra`da düzenlenen uluslararası yaratıcılık yarışmasında birincilik ödülü almış. Bu toplu yanılsama nasıl olmuş, jüri nasıl bir ruh halindeymiş, oralara hiç girmeyelim, o da ayrı bir tartışma konusu. İlk etapta bakınca bu projenin yarattığı yankı Uğur Gürsoy tarafından yaratılan “Fırat” karakterinin çocuk saflığıyla tekrarladığı, “en birinci ben oldum” iddiasını çağrıştırıyor. Komik oluyor bir şekilde; ama asla sevimli durmuyor. Bir de şu sıralar sosyal medyada dolaşan Prof. Dr. unvanlı bir ilahiyatçının aldığı unvanın yarattığı özgüvenle güneş sistemini çeşitli zırvalıklarla açıklama hakkını kendinde görerek, algı sınırlarında şok etkisi yaratan hallerini hatırlatıyor. Ve rahatsız ediyor.
Disiplin açısından benzer olmasa da akademik alanda çok ciddi bir kayma var. Neresinden tutsan elinde kalan bu ve bunun gibi projeler değil de, can sıkan şey mimarlığın projeleri süslü püslü, (ilahiyatçının yaptığı gibi) akıl almaz benzetmelerle açıklayıp, tabiri caiz, kuş kondurup -altın bezeyip- sununca uluslararası yada toplumsal bir yanılgı yaratma hali… Aynı yanılgıyı aynı mimarın Taksim Cumhuriyet Cami&Dinler Müzesi projesi ile aldığı UIA Uluslararası Mimarlar Birliği ödülünde de görüyoruz. Yazıyı çok farklı yerlere götürecek şöyle sorular sorabiliriz: Geçtiğimiz yıl Taksim Meydanı`na önerilen cami projesinin kubbe ve minaresini yeni bir alt forma ekleyip Çamlıca`ya uydurunca! da mimarlık yapılıyor mu? Bir yandan proje açıklamasında ‘eserimiz eski şaheserlerin tekrarından kaçınmıştır’ derken, diğer yandan aynı yıl içinde kendi kendini iki farklı arazide bağlamdan uzak tekrar ederek hem özgün olmayan hem de yer ile ilişki kurmayan bu proje, çelişkiler barındırmıyor mu? Bu ve bunun gibi mimarlığı ilgilendiren sorular tam da mimarlık eğitiminde yoksun olan bir bakış açısıyla sorulmuş teknik sorular olup bizi piyasacı bir yaklaşımla daha iyileri için geçen yıl yapıldığı gibi ‘Yarışmayla Yap’ yanılsamasına götürebilir. Kaldı ki uluslararası bir yarışmada dünya birincisi olan bu projeyi o anlayışla nasıl eleştireceğiz…Aynı zihniyetin sahip olduğu, Gezi olaylarından sonra Taksim için de yarışma açıp ülkedeki yönetim sisteminin çatlaklarını mimarlıkla doldurup, sorunları mimarlık yaparak acil olarak halledebilecekleri yönündeki naif düşünce de o denli manidar…
Yarışma sorunsalından öte, sahip olunan kabiliyetin dışında, yaratılan fırsatlar elde edilen şanslarla mimarlığı iyi -işler- yapma fırsatı yakalamış mimarların sermaye piyasasında kendilerini pazarlayıp mimarlık etiğini unutmaları çok üzücü. Aslında daha da üzücü olan bu etiğe aslında hiçbir zaman sahip olmamış olma ihtimalleri. Sistemin ihtiyaçlarına yönelik eğitim veren akademik eğitim ortamını düşünecek olursak çevremizde mesleğin teknik gereklerini iyi yapıp sosyal yönlerini sorgulamayan mekanik bir toplam olduğu açık. Geçtiğimiz gün soL`da İlhan Cihaner`in “İyi özgürleştik ha!” başlıklı yazısında ısrarla sormamızı önerdiği sorulardan `bu adamlar bu unvanları nasıl aldılar` sorusu şunu gösteriyor ki, sonuçta mevcut eğitim sistemi ile her disiplinde tamamlanmamış yapbozlar gibi eksik bireyler yetişiyor. Birey neoliberal politikalar ile dünya sömürülürken bu sömürüde aracı olursa yaptığı meslek ile arkasında bir enkaz bırakacağının bilincine, bir şekilde kendi kendini aydınlatıyorsa, yetiştiği ortam bu imkanı sunuyorsa ancak varabiliyor. Ya da sermayenin şov dünyasında gözleri kamaşarak yaptığı işlere kendini inandırıyor.
İçinde bulunduğumuz kapitalist sistemin toplumun yanı sıra, mesleklere de dayattığı rolleri oynayınca bireyi nasıl da ödüllendirdiğinin çok iyi bir göstergesi olmuş bu proje. Aynı zamanda da yandaş medyanın hükümeti ne yapıp edip destekleme hallerinin sadece basında değil, her meslek alanında olduğunu gösteriyor. Bu proje gibi toplumun muhafazakarlaşmasını İstanbul siluetinin en çarpıcı köşesinde sergileyen, ayrıca dönemin iktidarını bu proje ile onayan ideolojik okumaları görmezden gelen tutum mimarın hangi duyarlılığını yansıtıyor? İstanbul`un Çamlıca’sındaki altın gövde bize toplumsal değerleri! hatırlatıyor mu ya da eşitsiz gelişime nasıl bir katkı sunuyor? Bu projenin düşündürdükleri toplumsal üretime katkı koyduğumuz mesleklerimizi sermaye sisteminin sömürüsüne karşı nasıl korumaya alacağımız olmalı. Aynı zamanda mesleki eğitim alanında akademik programların sosyal içerikli derslerle nasıl zenginleştirilmesi gerektiği… Bu gibi projeler iyi ki de gözümüze gözümüze sokup düşündürüyor sistemin açmazlarını. Hatalarıyla mücadelemizi daha da güçlendiriyor, sosyalizm çaresini daha da yaygınlaştırıyor.