Nasıl bir evde oturmak istediğimizi veya nasıl bir yerde çalışmak istediğimizi kendimize sorduğumuzda eğer imdadımıza her türlü mecrayı büyük bir cüretle kullanan reklamlar yetişiyorsa, önce “yaşam alanlarının” parlak resimleri ve bu resimlerde yaşayan mutlu insanlardan biri olmanın maddi bedeli gözümüze çarpar. İlk bakışta seçenek çok gibi görünüyor, İstanbul’da bir Venedik’te mi yaşamak istersiniz, yoksa saray odalarında mı? Uygun ödeme seçenekleri? Bütçeniz bunlara yetmiyor mu? O zaman size TOKİ’nin şehir dışındaki iç karartıcı bloklarından verelim. Onları beğenmediniz mi, yoksa onlara da mı paranız yetmiyor? O zaman sizin için seçenekler yavaş yavaş tükeniyor. Sonuç, ya müteahhit zevkine göre tasarlanmış “konseptte”, yaratıcılığın pazara ve ucuz zevklere hizmet ettiği pahalı bir mimarlık, ya da toptan “mimarsızlık”. Ya da hiçbiri.
Sel Yayınları’ndan çıkan “Dünya Adil Değil”, geçen senenin sonunda 104 yaşındayken yitirdiğimiz, modern mimarlığın yapı taşlarını koyan öncülerden biri olan Oscar Niemeyer’ın mimarlık, siyaset ve yaşam hakkındaki görüşlerini kendi sözleri ve onu tanıyanların tanıklıklarıyla anlatan özlü bir kitap. Öldüğü güne kadar bütün hayatını mesleğine ve mücadeleye adamış olan Niemeyer, komünist partideki etkinliği sebebiyle cunta zamanında ayrılmak zorunda kaldığı ülkesi Brezilya’dan Cezayir’e birçok farklı ülkede, Paris’teki Fransız Komünist Parti binasından New York’taki Birleşmiş Milletler merkezine, birçok farklı fonksiyonda eserler vermiş bir mimar. Bunların yanı sıra, hayatı Le Corbusier’den Mies Van der Rohe’ye, Fidel Castro’dan Sartre’a, 20. asrın birçok ünlü mimarı, düşünürü ve devrimcisiyle kesişmiş, zamanına tanıklık etmiş ve onu etkilemiş bir modern çağ düşünürü. Kuşkusuz, şu an tanıtımını okuduğunuz 57 sayfalık kitap bu hayatı bütün detaylarıyla anlatmıyor, daha çok bir fragman niteliğinde, merak uyandırmakla ve ağzımıza biraz bal çalmakla yetiniyor. Kitabın ilk bölümleri Niemeyer’ın içinde yaşadığı ve onu etkileyen kültürden bahsediyor, bunu yaparken çevresindeki insanlar ve meslektaşları kendi açılarından Niemeyer’ı anlatıyor. Daha sonraki bölümler ise Niemeyer’ın kendi sözlerinden oluşuyor, bunlar kitabın editörünün onunla yaptığı röportajdan alıntılar. Bu sözler birer deneme niteliğinde bir araya getirilmiş ve kimi zaman siyasi görüşlere, kimi zaman mimari manifestolara ve 100 yaşını geçmiş bir insanın hayata dair görüşlerine yer veriyor. Özellikle bu kısımların dili de anlattığı gerçekler kadar yalın ve özlü.
Bir asırdan fazla bir ömür yaşamış bir insanın hayatından böyle bir kesit okuyunca, o hayatın bütüncüllüğünden ve tutarlılığından etkilenmemek elde değil. Niemeyer belki de bunu hayata sınıf ekseninden, adalet ve eşitlik gözlüğünden bakmasına borçlu. O, mimari çirkinliği bir tarz uyumsuzluğunda değil, zengin mahallelerle fakir mahallelerin tezatlığında görüyor, ona göre mimarlar her ne kadar geçmişte prenslere, şimdi de sermayeye hizmet etseler de, onların asıl görevi şehirler, kamusal alan ve gündelik hayat üzerinden mücadele vermektir. O mimarlığı hayatın içinde görür, hayattan soyutlanmış aydını ve mimarı ise gülünç bulur.
Başlangıçtaki paragrafta aklımıza takılan, mimarlığın siyasetle, toplumsal yaşamla ve içinde yaşadığımız sistemle bağını doğrudan kuran sorulara sadece binalarıyla değil, yaşamı, yazdıkları ve siyasi duruşuyla da cevap veren bir büyük mimar, düşünür ve komünist Oscar Niemeyer. Öyle ki, o hayal gücünü mimarın keyfi veya işvereninin ekonomik tercihlerine bırakmıyor, mimarın toplumsal alandaki görevlerini ve duruşunu ifade ettiği bu konudaki sözü bütün mimarlar ve yaratıcı insanlar için ufuk açıcı: “Bana hayal gücünün ne olduğunu sorduklarında daha iyi bir dünya arayışı olduğunu söylerim.” Ona göre aslolan hayattır, kitapta geçtiği gibi “Mimarlık sadece bir fırsattır, önemli olan hayattır, insandır.” Bütün bunları okuyunca anlıyoruz, elimizdeki kitabın, Nazım Hikmet’in yaşamanın ciddiyetinden, yetmişinde dikilen zeytinlerden dem vurduğu şiiriyle başlaması boşuna değil.
* Bu yazı 27.11.2013 tarihinde SoL Kitap’ta yayınlanmıştır.