17 Ağustos 2020
18.373 insanımızı kaybettiğimiz, 285 bin 211 ev ile 42 bin 902 iş yeri hasar gördüğü, 133 bin 683 binanın kullanılamaz hale geldiği, yaklaşık 600 bin yurttaşımız ise evsiz kaldığı 17 Ağustos Marmara depremin üzerinden tam 21 yıl geçti. Aradan geçen 21 yılda her afetten sonra afetlerin riskini azaltmaya yönelik ne kadar az önlem alındığı bir kez daha gördük. Deprem, sel, çığ, pandemi vb. her afette iktidarın ilk düşündüğü önlemler almaktan ziyade sermayedarların karını artırmak oldu. 99 depremi sonrası geçici olarak alınmaya başlatılan deprem vergisi kalıcı hale geldi, bu vergilerle sağlıklı yapılar yapılmak yerine duble yollar yapıldı, hatta en zor zamanlarda kullanılması gereken ihtiyaç akçesi bile yaratılan bütçe açığını kapatmaya harcandı. 2011 Van Depremi sonrası 2012 yılında yasalaşan 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” ile rant alanları yüksek bölgelere üst gelir grubu için rezidanslar yapıldı.
6306 yasa üzerine Tayyip Erdoğan 2012 yılında “Bedeli ne olursa olsun kentsel dönüşümü yapacağız. Türkiye’nin yüzde 66’sı deprem riski altındaki alanlarda yaşıyor. Nüfusumuza baktığımızda da yüzde 71 nüfusumuz deprem riski altındaki alanlarda ikamet ediyor.” demesine rağmen “Türkiye Afet Risk Azaltma Planı” hazırlamaktan ziyade amacı dayanıklı yapı stoğu oluşturmaktan ziyade büyük inşaat şirketlerinin kazanmasına odaklı “Kentsel Dönüşüm Eylem Planı” hazırlandı. Kentsel dönüşüm uygulamalarına İstanbul’da baktığımızda ise 2012 yılında, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetimince hazırlanan “İstanbul İlçe Bazlı Toplam Risk Dağılımı” raporuna göre deprem esnasında en çok can ve mal kaybının yaşanacağı ilk üç ilçe sırasıyla Fatih, Bahçelievler ve Avcılar olmasına rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 2018’deki son ulaşılabilen verilerine göre “afet riskli alan” ilan edilen alanlar arasında bu üç ilçeden hiçbir bölge yer almadı. Aynı şekilde Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı’nın İstanbul’da deprem açısından riskli tespit ettiği alanlar ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın afet bölgesi ilan ettiği alanlara kesiştirildiğinde Fatih, Bakırköy, Bahçelievler, Küçükçekmece, Avcılar deprem açısından riskli alanlar 6306 sayılı yasa kapsamına alınmamışken; Sarıyer, Gaziosmanpaşa, Maslak, Kadıköy’de bazı bölgeler riskli alan ilan edildi.
Kaynak: https://t24.com.tr/haber/cevre-bakanligi-istanbulun-riskli-alan-haritasinda-tahrifat-mi-yapti,289246
Deprem kayıplarının ana nedeni sağlıksız ve güvenli olmayan yapılaşmadır. Kentsel dönüşüm yapılan alanların ihtiyaca göre seçilmemesinin yanında olası can kayıplarını arttıran başka uygulamalar da yapıldı. Hiçbir bilimsel görüş alınmadan ilan edilen imar barışı kamuya gelir kaynağı olarak görüldü, imar barışı ile risk altındaki yapılar malikin sorumluluğuna bırakılarak yapı ruhsatı verildi, dolayısıyla meşru hale getirildi.
26 Eylül 2019 tarihinde İstanbul’da yaşanan 5.6’lık deprem sonrası İBB 25 okulda ve kamu binasında hasar gördüğünü ve bunların 19’unun 1999 depreminden sonra yapılan yeni binalar olduğunu açıkladı. Ticari bir şekile dönüştürülen “Yapı Denetim Yasası”nın yürürlüğe girmesinden hemen sonra genelgelerle ve uygulama yönetmelikleriyle meslek odalarının 1970’li yıllardan beri sürdürdüğü mesleki denetim yasaklanmaya çalışıldı. Mesleki denetimin engellenmesi zaten nitelikli denetim sorunu yasayan yapı üretim surecinin güvenliğini daha fazla riske açık hale getirdi. Dolayısıyla 1999 öncesinde ve sonrasında inşa edilmiş tüm binaların riskli olup olmadığının kontrol edilmesi gerekli hale geldi.
2002 yılında Sayıştay’ın hazırladığı “İstanbul Depreme Nasıl Hazırlanıyor?” raporunda deprem hazırlık çalışmalarının iyi bir biçimde yürütülmesini olumsuz yönde etkileyen unsurların başında İstanbul’da bu alanda çalışma yapan kuruluşlar arasında sonuç odaklı, etkili bir iş birliğinin sağlanamamış olduğu tespiti ne yazık ki bugün hala geçerlidir. 2002 yılında 30 yıl içinde 7.2-7.6 büyüklüğünde beklenen İstanbul depreminin olma olasılığının %65 olarak tahmin edilmesinin üzerinden 18 yıl geçti.
7.2 büyüklüğünde beklenen olası İstanbul depremine ilişkin İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanan raporda 10 bin civarında binanın ağır hasar alacağı, en az 15 bin olmak üzere 30 bine yakın can kaybı yaşanacağı, 500 bin civarında insanın evsiz kalacağı öngörülmektedir.
Her vatandaşın güvenli ve sağlıklı bir çevrede yaşamasını sağlamak devletin birincil görevlerindendir. Depreme dayanıklı, can güvenliğini sağlayan konutlarda oturmak vatandaşlar için sosyal bir hak değil Anayasanın 17. maddesi uyarınca da temel bir yurttaşlık hakkıdır. Anayasamızın 57. Maddesine göre ise “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır” denmektedir.
Bu sebeple soruyoruz: “Türkiye’de ilgili yetkililer risk azaltmaya özgü bir politika ve strateji oluşturma kapsamında neler yapmıştır?”, “Afet anında su kaynakları, arazi kullanımı, sağlık, çevre, eğitim, planlama ve finans konularından sorumlu bakanlıkların eşgüdümünden sorumlu bir organ neden hala kurulmamıştır?”, “Kanal İstanbul’a harcanacak bütçe neden risk altındaki yapıların sağlamlaştırılmasına harcanmamaktadır?”
COVID-19 pandemisi dolayısıyla “Evde Kal” çağrılarının yapıldığı bu zamanlarda tüm yurttaşların olası depremden daha fazla korktuğunu biliyoruz. Bizler Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi olarak siyasi iktidarlardan ve yerel yönetimlerden her türlü afete karşı dayanaklı kentler oluşturulması için kamuya ait sorumluluklarını yerine getirmeleri gereken taleplerimizi yineliyoruz.
- Toplumsal bir seferberlik ilan edilerek tüm ilgili kesimlerin iş birliği çerçevesinde çözüm yolları aranmalı ve kamu özel ayrımı yapılmaksızın hayata geçirilmelidir.
- Yerel yönetim, merkezi idare, STK’lar, meslek odaları, mahalle temsilcilikleri koordineli çalışmalıdır.
- Acil olarak Afete Yönelik Katılımcı Mekansal Plan, Mekansal Sakınım Planı, Acil Durum Eylem Planı ve Mekansal İyileştirme Planları hazırlanmalıdır.
- Çoklu risk bölgeleri belirlenerek en kırılgan bölgelerden başlayarak acil müdahaleler yapılmalıdır.
- Riskli yapılar mümkünse güçlendirilmeli, güçlendirmeye uygun değilse yeniden yapılmalıdır.
- Boş konutların sayısı ve durumu tespit edilmeli, riskli binalarda yaşayanların dayanıklı olan boş konutlara transferi sağlanmalıdır.
- Alt ve üst geçitlerin, köprülerin ve köprülü kavşaklar gibi ulaşım yapıları depreme dayanıklı hale getirilmeli; altyapı sistemi kontrol edilmelidir.
- Toplanma ve geçici barınma alanları arttırılmalıdır.
- Zincirleme afeti önlemek için enerji hatları ve tehlikeli atık yayma riski olan sanayi alanlarını kontrol altına alacak önlemler alınmalıdır.
Depremde can kaybı kader değil, bizzat iktidarın bilinçli tercihlerinin ve politikalarının sonucudur. Kentlerimizdeki afet kriz yönetiminin olmadığını her anlamdaki afette görmekteyiz. Yoğun yağışlar sonrası yıkılan binaların haberlerine “doğa olayı” diyen, iş cinayetlerini “fıtrat” olarak kabul ettirmeye çalışan, köylerinde heyelandan kaçan yurttaşları dere yatağına inşa edilen afet konutlarına yerleştiren aklın karşısında bilimin, tekniğin toplumun çıkarına kullanılması gerekliliğini bir kez daha görmekteyiz.
Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi
toplumcumeclis.org