Sermayenin iktidarları, sözcüleri ve hizmetkarları bilimi ve toplum yararını esas alan mühendislik-mimarlık anlayışını hiç benimsemediler, bu yöndeki çalışmaları hiç hazmedemediler. Söylenenleri önemsizleştirmek, muhalif çıkışları etkisizleştirmek, örgütü gözden düşürmek için sürekli olarak çabaladılar.
Bunun sayısız örneği vardır. Muhtemelen en çok bilinenlerinden birisi Boğaz Köprüsü ile ilgili tartışmalar olmuştur. Demirel ve ekibinin karalamaları bilinen şeyler. İlginç olanı, 1999’un Başbakanı Ecevit’in uluslararası tahkim düzenlemesine karşı çıkanları “her yeniliğe karşı çıkmayı ilericilik ve devrimcilik sananlar” olarak nitelemesi, buna örnek olarak da “köprüye karşı çıkılmasını” vermesiydi. Neydi olay? Mimarlar Odamız Boğaz köprüsünün yapılmasına karşı çıkmış, tutumunu ve gerekçelerini 1970’te yayınladığı ve projeyi çeşitli açılardan ayrıntılı olarak ele alan bir raporla açıklamıştır. Ben sadece hatırlatmak amacıyla Raporun sonuç bölümünün ilk maddesini özetleyeceğim: köprü kentleşme ilkelerine aykırıdır, kentin gelişimini olumsuz yönde etkileyecek, arsa spekülasyonuna açık, pahalı bir şehir biçimi geliştirecektir. Bu saptamalardan sonra bir de öngörüde bulunulmuştur: “Bu gelişmenin sonucunda yeniden, başka köprü ve çevre yolları, pek masraflı şehir içi arterleri inşası kaçınılmaz olacaktır.” Toplum yararına mühendislik ve mimarlık anlayışını bugün yeni rantlar peşinde 3. Köprüyü gündeme getirenlerin sadık destekçilerine bu örnekle anımsatmış olalım.
Egemen sınıflar tabii ki bu tür karalamalarla yetinmediler. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerindeki yasal düzenlemelerle bu anlayışı ortadan kaldırmayı, olmuyorsa örgütü etkisizleştirmeyi denediler. AKP iktidarı şimdi bu çabayı ısrarla ve sadakatle sürdürüyor.
Kuruluş döneminde TMMOB’nin iktidarla ilişkileri farklı bir düzeydeydi. Mühendis-mimar topluluğu kapitalist gelişmenin 1950’lerdeki evresinde hizmetlerine duyulan talep ve sayılarının azlığı nedeniyle ayrıcalıklı bir konumdaydı. Bu topluluğun örgütü olarak TMMOB de, öncelikle %80’i kamuda çalışan üyelerinin konumlarını pekiştirmek, yeni haklar elde etmek için iktidarlarla yakın ilişki içinde çalışıyordu. Sonuç da alınıyordu ve bu gelişme mühendislerin ve mimarların ülke sorunlarına dar teknik yönden bakmalarına yol açıyordu.
Ama bu uzun sürmedi, süremezdi de.
1960’lar Türkiye’si, dünyadaki gelişmelerden de etkilenerek, toplumsal mücadelenin yaygınlaştığı bir dönemi yaşadı. Bu dönem, 1961 Anayasasının sağladığı göreli demokratik ortamının da etkisiyle, hak arama mücadelesinin yükseldiği, işçi sınıfının ve kamu emekçilerinin sendikalarda örgütlendiği, sanayide grevlerin ve işgallerin yoğun olarak yaşandığı, köylülerin topraklarına sahip çıktığı, TİP’nin siyaset dünyasını alt üst ettiği, aydınların emekçi halk ile birlikte mücadele ettiği bir dönemdir. Bu gelişmeler mühendisleri ve mimarları da derinden etkiledi.
Emperyalizme bağımlı ekonomik büyüme modeli teknoloji üretmeyen bir ekonomik yapı doğurdu; bu yapı mühendis ve mimarlar için gerekli nitelikte istihdam olanağı yaratmadı; ağırlıklı olarak kamuda çalışan meslek mensupları yasal statü değişimiyle hak kayıplarına uğradılar; özel okulların da etkisiyle mühendis ve mimarların sayıları arttı, ayrıcalıkları ortadan kalkmaya yüz tuttu. Bu tür sorunlar 1960’ların sonlarında yoğunlaştı, sorunların iktidarla yakın ilişkiler aracılığıyla çözme girişimleri büyük ölçüde sonuçsuz kaldı. TMMOB ve Odaların yöneticileri meslek çıkarlarının dar ve kısır tartışma ve çatışmalarının dışına çıkamadılar, daha da ötesi TMMOB’nin tasfiyesini gündeme getirdiler. Mühendis ve mimarların önemli bir kesimi ise çözüm için yönlerini emekçi sınıflara döndüler.
Mühendisler ve mimarların sosyalist düşüncelerle tanıştıklarını, toplumsal mücadele içinde yer aldıklarını, 1968 hareketinden odalara geldiklerini, büyük bir oranda kendi sınıfsal konumlarının farkına vardıklarını görüyoruz. 1960’ların sonlarında artık mühendisler ve mimarlar “emekçi halkın bir parçası olduklarını, sorunlarının halkın sorunlarından ayrılamayacağını” dile getirmeye başladılar ve bu anlayışı örgüte egemen kıldılar. İşte, 1974 Genel Kurul bildirisindeki ifadesiyle “… 1960 sonrası toplumsal birikimlerin ve demokratik mücadelelerin doğal bir ürünü” olan TMMOB bu koşullarda ortaya çıktı.
Bu anlayış ana hatlarıyla bugün sürmektedir.
Toplumsal koşullar da bunu gerektirmektedir. TMMOB’de toplumcu anlayışın örgüte yansımasının üzerinden de yaklaşık olarak 40 yıl geçti. Bu süre içinde koşullar ağırlaştı.
TMMOB Mesleki Davranış İlkelerinde de belirtildiği gibi, dünyada ve Türkiye’de bilim ve teknoloji, bu bağlamda mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı hizmetleri bireylerin ve toplumun günlük yaşamı üzerindeki etkisini arttırmaya devam etmekte, bu etki günümüzle sınırlı kalmayıp geleceğimizi de kapsamaktadır. İkinci Dünya Savaşında milyonlarca insanın ölümüne yol açan bilim ve teknoloji ürünleri, özellikle de nükleer bombalar, kamu oyunda bu iki kavramın tarafsız ve zararsız olmadıkları yönündeki görüşlere haklılık kazandırmıştır. Bilimin ve teknolojinin insanın özgürleşmesine ve refahına katkısı sermayeden bağımsızlaşmasıyla orantılıdır. Bu görev mühendis ve mimarların topluma ve gelecek kuşaklara karşı sorumluluklarının başında gelmektedir.
Mesleklerimiz, uzun tarihsel geçmişlerine karşın çağdaş anlamıyla sanayi devriminin ürünüdürler. Bütün ülkeler bu devrimi aynı anda yakalayamadı. Osmanlı devleti de sanayileşmede geciken ülkelerden birisi oldu. Cumhuriyetin Osmanlı’dan devraldığı, geri kalmış yarı sömürge bir ülkedir. Ülkedeki mühendis mimar sayısı 500 kadardır. 1930’larda hız kazanan sanayileşme İkinci Dünya Savaşı sonrasında, emperyalist sistemin yönlendirmesine, müdahalesine hep açık olacaktır. Kapsamlı bir sanayileşme perspektifinden hızla uzaklaşılmış, montaj sanayisine saplanılmıştır. Bilim ve teknolojiye, tasarıma dayalı bir sanayileşme ve kalkınma olmadan mesleğimizi uygulayabilme olanakları sınırlıdır. Artık sanayileşmenin istihdam yaratmadığı, istihdamın gelir düzeyini yükseltmediği günümüzde sanayileşme emekçi sınıfların görevleri arasına girmiştir. Mühendis ve mimarların mesleki kaygıları toplumsal sorumluluğa dönüşmüştür. Bu sorumluluk sanayileşme ile sınırlı değildir ve tarımdan ormancılığa, kentleşmeden doğal kaynaklarımızın kullanımına, ulaşımdan kültürel varlıklarımızın korunmasından kadar bütün meslek alanlarımızda toplum yararını temel almayı kapsamaktadır.
Mühendis ve mimarların toplumsal konumları da toplumculuğu işaret etmektedir. Üretim sürecindeki konumları açısından mühendisler, mimarlar, şehir plancıları işçi sınıfının bir bölümünü oluştururlar. Çalışma durumları da, üst düzey yöneticiler bir tarafa bırakılırlarsa bu saptamayla uyum içindedir: mühendis ve mimarların %67’si, çalışan mühendis ve mimarların %81’i ücretlidir. Bunlara kendi hesabına çalışanları eklersek mühendis mimar topluluğunun %90’ından fazlasının ücretli ve kendi emeği ile geçinen insanlardan oluştuğu ortaya çıkar. Bu topluluk ile işçi sınıfının diğer kesimlerine benzer koşullarda çalışmaktadırlar. Emperyalizmin dayattığı ve yerli sermaye sınıflarıyla siyasi iktidarın benimsediği ekonomik büyüme modeli ucuz işgücüne, doğal ve kültürel varlıklarımızın hızlı ve kuralsız tüketilmesine dayanmaktadır. Bu koşullarda mühendislerin mesleklerini uygulama olanakları daralmakta, işsizlik ve meslek dışı çalışma artmakta, meslek içi çalışma ise insanca bir yaşam standardı sağlamamaktadır. Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları Kurultayı Sonuç bildirgesinde özetlenen “diplomalı işsizlik, çalışma koşullarının kötüleşmesi, çalışma saatlerinin uzaması, düşük ücretler, iş güvencesinden yoksunluk, mezarda emeklilik” gibi sorunlar işçi sınıfının ortak sorunlarıdır. Bu koşulların değiştirilmesi işçi sınıfının diğer kesimleri gibi mühendis ve mimarların da sınıfsal sorumluluklarıdır.
TMMOB’yi bu sorumluluğun bilincinde olan mühendis ve mimarlar yarattılar, mücadelesini de onlar sürdürecekler.
Kaya Güvenç