- Yazan Seçil Kaya Bahçe
İnsanların afetler karşısında çaresizliği insanlık tarihi kadar eski, ancak afetlerin kimilerince kâr elde etmek için bir fırsat haline gelmesi kapitalizme özgü. Naomi Klein bu süreci “felaketler sonrasında ortaya çıkan umutsuzluk ve korkuyu radikal bir sosyal ve ekonomik mühendisliğin icrası için kullanan avcı afet kapitalizminin yükselişi” olarak tanımlıyor.Gerçekten, afetler halihazırdaki sosyal yapıyı değiştirmek için inanılmaz bir fırsat sunuyor; varlıklar yağma yoluyla el değiştiriyor ve afetin neden olduğu yıkımın zorunlu kıldığı yeniden inşa kimi gruplar için sermayeleştirme ve kâr alanı yaratıyor. Üstelik felaketin neden olduğu karmaşa ve olağanüstü hal durumu, “normal” zamanlarda bile kolaylıkla manipüle edilebilen hukuksal yapıyı ve kurumları tamamen devre dışı bırakıyor, bu türden bir yağmaya ve kap kaç kapitalizmine uygun zemin hazırlıyor. Bu süreci üç yönüyle ele alabiliriz.
İlk olarak afetler, sonrasında ortaya çıkan güvenlik ve yeniden inşa ihtiyacının sermayeleştirilmesi için fırsat yaratıyor.İnsan güvenliği aslında kişileri tehditlere karşı korumak, yaşamlarını devam ettirebilecekleri ve bütünlüklerini koruyabilecekleri ortamı ve gereklilikleri sağlamaktır.Bu anlamda afet sonrası yardım çalışmaları en olumsuz etkilenenlerden başlayarak kişileri hedeflemelidir. Oysa baktığımızda durumun böyle olmadığını görmekteyiz. Yardım ve yeniden yapılandırma çalışmalarında kaynaklar kişilerin güvenliği ve yaşamsal ihtiyaçlarının sağlamadan çok büyük ölçekli işletmelerin (ki bunlar genellikle diğerlerine göre afetten daha az etkilenenlerdir) zararlarını tazmin etme, üretime devam etmeleri için gerekli alt yapıyı güçlendirmede kullanılmıştır. Örneğin, Asya’daki tsunamiden sonra yardım ve yeniden yapılandırma çalışmaları daha çok büyük ölçekli turizm endüstrisine kaymıştı. Tayland’da hükümet çoğunluğu yoksul olan insanların yaşamsal ihtiyaçlarından çok turizmi canlandırmayı önemsemiş hatta işletmeler hükümet yetkililerince ziyaret edilip orada kalan turistlerden tatillerini sürdürmeleri istenmiştir.
İkinci olarak afetler varlıkların el değiştirmesine değerlerinin değişmesine yol açmaktadır. Bu durum David Harvey’in mülksüzleştirerek birikim olarak adlandırdığı sürece denk düşmektedir. Bu sürecin dört temel unsuru özelleştirme, finansallaşma, krizlerin yönetimi ve devlet eliyle yeniden dağıtımıdır. Bu süreçte afet sonrasında değeri düşmüş olan varlıklara özelleştirmeler yoluyla ve bürokrasinin de yardımıyla toplumun zengin kesimlerince el konulmuş,kamusal olarak sahip olunan ortak mallar özel sektöre devredilmiştir. New Orleans’ta kasırga sonrası eğitim sisteminin geçirdiği dönüşüm bunun örneklerinden biridir. Katrina kasırgası sonrasında ihalesiz anlaşmalarla bir takım girişimciler bölgede geçici taşınabilir sınıflar yapma hakkını elde etmiştir. Kimi yetkililerce bu durum daha önce oldukça kötü bir eğitim sistemine mahkum olan yoksul çocuklar için felaketin getirdiği altın fırsat olarak yorumlanmıştır.Türkiye’de Van depreminden sonra TOKİ’nin borç karşılığı yaptığı konutlar da bu sürecin başka bir örneği olarak gösterilebilir. TMMOB’un Van depremi raporunda TOKİ’nin deprem sonrası konut yapımından oldukça yüksek oranda kâr elde ettiği belirtilmektedir.
Üçüncü olarak afetler olmadan önce afet riski menkul kıymetleştirilerek sermayeleştirilmektedir. Zorunlu deprem sigortaları, doğal afetlere ve terör saldırılarına karşı ev ve araç sigortaları bunun örnekleridir. 90’lı yıllarda kalkınma bankaları tarafından ihraç edilmeye başlanan CAT (catastrophe)bonoları getirisi afet riskine bağlı olan,doğal afet olmadığı sürece belirli bir getiri sağlayan afet olduğunda da ihraç eden kuruma anaparaya el koyma hakkı veren menkul kıymetlerdir.
“Yoksullara” Afet
Diğer taraftan toplumun tüm kesimlerinin afetlerin yıkıcı etkilerine eşit oranda maruz kaldığını söyleyemeyiz. Aksine bu ırka veya ait olunan sosyal sınıfa göre büyük farklılıklar göstermekte. Afetlerin sonuçları itibariyle ırkçı olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin New Orleans’ta nüfusun büyük ölçüde siyah Amerikalılardan oluşmasının kasırga sonrası hükümet yardımının gecikmesinde rolü var mıdır bilemeyiz ama kasırganın doğal afet risklerinin az gelişmiş ülkeler için gelişmiş ülkelere göre daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Çalışmalar 21. yüzyılda dünya ölçeğinde yoksulların afetlerin etkilerine yoksul olamayanlardan iki kat daha fazla açık olduğunu göstermektedir. Üstelik bu durum bölgesel farklılıklar da göstermekte, doğal afetlerden en çok etkilenenler Güney ve Doğu Asya’daki yoksullardır.
Çin’de 2008 Mayısında Sichuan bölgesini büyük ölçüde etkileyen depremden sonra Çin hükümeti yeniden yapılandırma çalışmaları ve bu sayede Çin ekonomisine giren milyarlarca doların depremin yol açtığı ekonomik kayıpları aşan bir iyileştirmeye neden olduğunu açıklamıştı. Bu olumlu etkilerin ekonomik büyümeye yüzde 0,3 katkı yaptığını açıklamıştı.Afetlerin ekonomiyi olumlu etkileyebileceği fikri akademik yazında da destek bulmaktadır. Sayısız insanın ölümüne evsiz ve mülksüz kalmasına yol açan felaketler, kimi iktisatçılara göre büyük bir yıkıma sebep olsalar da uzun dönemde ekonomik büyümeyi olumlu etkilemektedir. Kaynakları bölgeye çekerek, eski işletmeleri ve altyapıyı yıkarak daha yeni ve üretken altyapı oluşturulmasına yönelik yatırımlara fırsat vermektedir.Ekonomik büyümeyi olumlu etkilediği bile iddia edilmektedir. Örneğin, Skidmore’a göre daha sık iklimsel afetler daha fazla beşeri sermaye birikimi, daha çok toplam faktör üretkenliği ve ekonomik büyüme demektir, çünkü afetler bir tür yaratıcı yıkımı da beraberinde getirir. Yıkılanın yerine aynısını değil daha iyi ve verimlisini yaparsınız. Ancak bu sürecin getirdiği kârlar, yıkılan kamusal malların ya da yoksullara ait yaşam alanlarının yerine yapılan “daha iyi ve verimlisi” artık bu durumdan nemalanmayı başarabilmiş başkalarınındır.
Tayland’daki tsunami sonrasında yetkililer tsunami çok şeye mal olsa da pek çok çöpü de temizlemiştir demiştir. Acaba yetkililer böyle bir temizlikten bahsederken “yeterince nezih olmayan” varoşların süpürülüp büyük kârlar karşılığında nezih ve ayrıcalıklı grupların yaşayacağı alanların yaratılması demek olan kentsel dönüşümleri mi kastediyorlardı? Türkiye’de sıcak yaz günlerinin ya da ufak ihmallerin sonucu gibi görünen orman yangınlarının ya da bir mühendislik hatasıyla açıklanmaya çalışılan üçüncü köprünün ayağının arkasında acaba ne gibi el değiştirmeler ve kimi ayrıcalıklılar tarafından elde edilecek olan rantlar vardır? Afetle birlikte gelen doğadaki tahribatı görebiliyoruz ancak afetin sonrasında ortaya çıkan sosyal ve ekonomik yapıyla doğrudan ilintili toplumsal afeti de görebiliyor muyuz?
* Bu yazı 17 Ağustos 2013 tarihli SoL gazetesinin SoL Bakış köşesinde “Afetler ve kapitalizm” başlıklı dosyada yayınlanmıştır. Dosya kapsamında yayınlanan diğer yazılara aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.
Afet, kıyım ve kentsel dönüşüm