- Yazan İlkay Sağlam-Selanay Çorlu
Sıkça duyduğu bir kavram olan “kentsel dönüşüm”, bugün uygulanmakta olan haliyle kentsel mekanın yıkılıp yeniden kurgulanması olarak tanımlanabilir. Fiziksel yapılı çevre ile ilgili olan kısmı bir tarafa, “kentsel dönüşüm” sosyal ve kültürel dönüşüm de dahil olmak üzere her anlamda bir dönüşümü temsil etmektedir.
Deprem kuşağı üzerinde bulunan ülkemizde yaşanan irili ufaklı her depremde ortaya çıkan ciddi can ve mal kayıpları mevcut bina stokuna karşı korku ve güvensizlik yaratmıştır. Bu korku ve güvensizlik kullanılarak, depremlerin getireceği kayıplardan kurtulmanın reçetesi olarak kentsel dönüşüm projeleri pazarlanmaktadır. Aslında afet risklerini engellemek adına “kaçınılmaz” gösterilen kentsel dönüşüm uygulamalarının bizzat kendileri, arazi seçimlerindeki yanlışlıklar, kalitesiz ve ucuz malzeme kullanımı gibi nedenlerle yıkıcı doğal afetlerle sonuçlanmaktadır. Geçtiğimiz yıl Samsun TOKİ Konutlarında yaşanan ve 14 kişinin ölümü ile sonuçlanan sel felaketi halen çoğumuzun hafızasında tazedir. Dere yatağı üzerine projelendirilen konutlar, Samsun’da her yıl tekrar eden sel baskınlarındaki can kayıplarına davetiye çıkarmıştır.
AKP hükümeti, iktidarı süresince ekonomik ve siyasi manevralarını büyük oranda kentler üzerinden kurgulamıştır. Başbakan bizzat kendisi büyük camilerin, AVM’lerin, çılgın projelerin propagandasını yaparak genel seçimlere girmiş, her şeyi bildiği gibi mimarlığı da çok iyi bildiğini kanıtlamak istercesine helikopterler üzerinden yol güzergahları belirlemiştir. Baş mimar Tayyip Erdoğan’ın, mahkeme kararlarını hiçe sayarak ve halkın tepkisini görmezden gelerek gezi parkına topçu kışlasının ne olursa olsun yapılacağının emrini vermesi, geri adım atmaması bu konudaki saldırgan tavrını açıkça ortaya koymaktadır. Her köşesi adeta bir şantiye alanına çevrilmiş olan kentlerimizde, yandaş şirketlerin inşaat sektörüne yönelmiş olması bir tesadüf değildir.
Elimizde kalan son yeşil alanları da yok etmek istercesine, büyük bir hızla inşaatlarına devam eden sermaye, AKP iktidarı eliyle büyük çevre katliamlarına da davetiye çıkarmıştır. HES inşaatlarıyla yok olan ormanlık alanların, kuruyan derelerin, betonlaşan yeşil tepelerin fotoğrafları aklımızın bir köşesindedir. İstanbul’un kuzeyde kalan orman alanlarının üzerinden geçecek olan üçüncü köprü projesi, büyük bir çevre kıyımına neden olacağı bilindiği halde, konunun uzmanlarının sözlerine kulak tıkayarak yürürlüğe koyulmuştur. Bu mesele enerji, ekonomi ve ulaşım politikalarıyla birlikte ele alındığında görülecektir ki “afetlere karşı” olduğu iddia edilen yasalar, çevreye ve yaşama karşı yürürlüğe koyulmuştur.
Bu büyük dönüşümü gerçekleştirmek için mevcut yasalar yeterli olmamış ya da kentlerimizin yağması yasal engellere takılmaya başladığında hukuksal düzenlemeler gerekmiştir. AKP hükümeti kentsel dönüşüm sürecinde önüne çıkan yasal engelleri aşmak için kimi zaman birer birer, kimi zaman torba yasalarla önemli değişikliklere gitmiştir. Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, Yapı Denetimi Kanunu, içinde TMMOB’u etkisizleştirmeye dönük önemli değişiklikler içeren torba yasa, İmar Kanunu, Kıyı Kanunu, Toprak Kanunu’nda yapılan değişiklikler bu başlıkta verilebilecek örneklerden yalnızca birkaçını oluşturmaktadır.
AFET RİSKİ ALTINDAKİ ALANLARIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ HAKKINDA KANUN
Afet kanunu mu kentsel yağmanın diğer adı mı?
Van depreminin hemen ardından oldukça hızlı bir şekilde hazırlanarak 16 Mayıs 2012 tarihinde mecliste kabul edilen “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun”, AKP’nin meseleye dair niyetini son derece açıklıkla ortaya koyuyor. Afet riski altındaki alanların iyileştirilmesi, güvenli ve sağlıklı yapı alanlarına dönüştürülmesiyle hiçbir ilgisi olmayan kanunda, ismi dışında neredeyse başka hiçbir yerde “afet” vurgusu yapılmıyor! Söz konusu kanunun asıl amacı; ülkenin önemli kent merkezlerinde bir çığ gibi büyüyen ranta dayalı, çarpık ve hukuksuz “kentsel dönüşüm” uygulamalarının yasal kılıfını oluşturmak.
Devlet zoruyla dönüşüm!
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, kentsel dönüşümün olmazsa olmazları ve en önemli yol haritaları olduğunu söylüyor. Kendi ifadesi ile “kentsel dönüşümü devlet şefkati ile yapmak istediklerini” söylüyor ve neredeyse her konuşmasında ıslarla kentsel dönüşümü gönüllülük esasına dayanarak yapacaklarını anlatıyor. Gerçekte ise, Afet Kanunu’nun kendisi, bakanı yalancı çıkarır nitelikte. Kanunun ilgili maddelerinde uzun uzun kentsel dönüşüme karşı çıkan kişilerin nasıl cezalandırılacakları, TCK’nın hangi hükümlerinden yargılanacakları anlatılıyor. Dönüşüme karşı çıkan ve riskli alan ilan edilmiş bölgelerde yaşamaya devam edenlere uygulanacak zor kullanma yöntemleri tarif ediliyor. Bu bölgelerde elektrik, doğalgaz, su gibi hizmetlerin verilmemesi, her türlü imar ve yapılaşmanın durdurulması bu gibi durumlarda uygulanması planlanan yaptırımlardan bazıları…
AKP her şeyi düşünmüş durumda…
Afet kanunu kentlerimizin talanına öyle bir zemin hazırlıyor ki binanız sağlam olsa da, riskli alan ilan edilmiş bir bölgede ise uygulama bütünlüğü açısından yıkılabiliyor. Üstelik kanunun uygulanmaya başladığı günden bu yana tanık olduğumuz üzere, “afet riski altındaki alanlar” hangi bilimsel araştırma ve rapora dayandığı bilinmeyen bir şekilde oldubittiye getirilerek ilan ediliyor. Elbette “15 gün” içerisinde duruma itiraz edebiliyorsunuz ancak itirazınızı 4’ü bakanlığın talebi üzerine üniversitelerden, 3’ü ise bakanlığın kendi bünyesinden görevlendirilmiş, tarafsızlığı oldukça tartışmalı bir heyete yapıyorsunuz. 30 gün içerisinde ise karşı dava açabiliyorsunuz, ancak buradaki önemli nokta da şu ki; bu kanununla ilgili açılan davalarda yürütmeyi durdurma kararı aldıramıyorsunuz! Üstelik afet kanunu kendinden önceki tüm kanunların üstünde tutuluyor ve diğer kanunlarla uyumsuzluk olduğunda afet kanunun hükümleri uygulanıyor.
Afet Kanunu bahanesiyle AKM yağması!
AKP’nin asıl niyetinin birer meta haline getirilen kentlerimizin daha fazla yağmaya açılması, talan edilmesi olduğuna dair bir diğer önemli örnek olan, yasanın 19. maddesinden de bahsetmeliyiz. Adı afet kanunu olan bir kanununda 19. madde Ankara’da bulunan Atatürk Kültür Merkezi alanı ile ilgili kirli hesaplara ayrılmış durumda. Bu maddede AKM alanına ilişkin daha önce alınmış tüm koruma kararları ortadan kaldırılarak tasarruf yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bırakılıyor. AKM alanıyla ilgili kanunun 3. maddesinde yer alan AKM alanına hiçbir yapı yapılamaz ifadesi yürürlükten kaldırılarak bugün Ankara’da önemli ve korunabilmiş nadir alanlardan biri olan AKM’de yapılacak talanın önü açılıyor…
* Bu yazı 17 Ağustos 2013 tarihli SoL gazetesinin SoL Bakış köşesinde “Afetler ve kapitalizm” başlıklı dosyada yayınlanmıştır. Dosya kapsamında yayınlanan diğer yazılara aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.