16 Haziran 2021
Türkiye tarihinde öyle bir gün var ki, işçisiyle mühendisiyle mimarıyla tüm emekçiler iktidarı ciddi bir şekilde tedirgin etti. 15-16 Haziran 1970’de İstanbul ve çevresindeki 200 büyük fabrikadan, yaklaşık 100bin işçi tarih yazdı. Tarihsel arka planı, önemi ve bugünle bağı açısından baktığımızda, neydi bu olaylar, neler yaşandı?
Nesnel durum nasıldı ve işçiler neden ayaklandılar?
Dünyada 1968 olayları gelişmekteydi, Türkiye’de toplumsal mücadelelerin yükseldiği Kavel ve Paşabahçe direnişleri ile buradayız dediği yıllardı. DİSK’in ses getirmeye başladığı ve pek çok işçinin Türk-İş’ten DİSK’e geçmeye başladığı bu dönemde; sendika değiştirmeye engel olan bir yasa taslağı, Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi işbirliğiyle önce Meclisten daha sonra Senato’dan geçirildi. Toplu İş Sözleşmesi, Grev Lokavt Yasası ve Sendikalar Yasası’nda değişiklik yapan bu tasarı, işçi sınıfının, en temel haklarına göz dikiyor, sendika seçme ve değiştirmeyi kısıtlıyordu. Esas amaç; sendikalar eğer olacaksa, bunun mümkün olduğunca işbirlikçi sendikalar aracılığıyla gerçekleşmesiydi. 11 Haziran 1970’te yasa taslağını keyifle onaylayan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, 4 gün sonra “ortalığın ayağa kalkacağını” nereden bilirdi?
15 Haziran sabahı eyleme fabrikaların içlerinde başlandı. Gebze, Kocaeli, Kartal, Topkapı, Eyüp Kağıthane, Bakırköy gibi ilçelerde bulunan işçiler, iş bırakarak neden bırakılması gerektiğini tüm diğer işçilere anlatıyor ve hızla çoğalarak hep birlikte sokağa çıkıyordu.
Kadıköy ve Ankara yolu üzerindeki fabrikalar ayaklandı ve Kartal’a doğru yürüyüşe başladı. Eyüplü işçiler Topkapı’ya doğru yürüyüşe geçti. Fakat hükümet şaşkınlığını üzerinden çabuk atmış, kolluk güçlerini; emekçilere karşı emekçileri hemen seferber etmişti bile. Kağıthane’de polis barikatıyla karşılaştılar. Burada yaşanan gerginlikte iki arkadaşlarının gözaltına alınması üzerine işçiler Eyüp Polis Karakolu’na yürüyüp burada güçlü bir protesto gerçekleştirerek, arkadaşlarının serbest bırakılmasını sağladılar. Coşku ve kalabalık gittikçe artıyordu. Bakırköy’deki fabrikalardan çıkan işçiler, Londra asfaltını trafiğe kapayarak 10binlercesi yürüyüşe geçti.
İşçi merkezi olan Gebze de hareketlendi. Tuzla ve Çayırova civarında bulunan işyerlerinden çıkan işçiler Ankara asfaltı üzerinden Gebze’ye yürüyor ve trafiği de yavaşlatıyorlardı. İzmit bölgesinde de işçiler iki koldan sel olmuş, akmaktaydı. Türk Kablo Fabrikası tamamen boşalarak yürüyüşe katıldı.
Mücadelenin ikinci günü 16 Haziran’da gerçekleşen eylemlere 75bine yakın işçi katıldı. İşçiler yine Avrupa ve Anadolu yakasındaki çeşitli noktalardan yürüyüşe geçtiler.
İstanbul’un farklı bölgelerinden gelen işçiler öğleden sonra İskele Meydanı’nda buluştular. Burada yaşanan son derece şiddetli çatışmalarda da polis silah kullandı. Provokatörler de devreye girdi. Kaymakamlık Binası ve polis arabaları ateşe verildi, Adalet Partisi binaları tahrip edildi. Hem polis hem askerle, süngü takarak, ateş ederek, köprüyü açtırıp yol kestirerek, iki yakasında bugün de yaptıkları gibi vapur seferlerini durdurarak çok sert önlemler alındı ve orantısız güç kullanıldı. Yaşanan çatışmalarda üçü işçi, biri toplum polisi, biri esnaf beş kişi hayatını kaybetti, 200’e yakın kişi yaralandı.
Dönemsel olarak hükümet, sendikalaşmayı engellemek için o dönemki İş Kanunu’nun 13. ve 17. maddeleriyle, işverene işçiyi dilediği zaman işten atma imkanı veriyor, bu madde aracılığı ile sendikalaşmayı daha tomurcukken kırıp yok ediyordu. Bir kısım kamu işletmelerinde ise, kurnazca, işçileri memur statüsüne alarak, memurların sendika hakkının olmayışından istifade ediyordu.
Anlayacağımız “iktidar” o tarihlerde de “kendisi için sınıf olan burjuvazi”nin bilincine hizmetteydi ve onun en büyük destekçisi olarak hareket ediyordu. Fakat bu toplumsal birlikteliğin kararlılığı ödenen tüm bedellere rağmen başarılı oldu. Sonuçta, Anayasa Mahkemesi yeni yasanın sendikalaşma özgürlüğünü kaldıran maddesini iptal etti.
Bir Mirasın Değerlendirilmesi
15-16 Haziran Hareketi, dünya ölçeğinde ses getiren ve Türkiye’de işçi sınıfının 50 yıllık tarihinin en büyük gösterisi ve mihenk taşı olmuştur. Anayasa güvencesi altında olan hak ve özgürlükler dahi, ancak uğrunda kararlı ve kitlesel bir mücadele verildiğinde kağıt üstünde kalmaktan çıkıp günlük yaşama geçebiliyordu, hala da öyle. Tanınmış hakların geri alınmasına veya kısıtlanmasına yönelik Türkiye işçi sınıfıyla oynanamayacağı da gösterilmiş oldu.
Bu gün gelinen noktada, kaybolan kıdem tazminatı fonları, emekçilerin ne kadar usgörülü olduğunu da kanıtlar nitelikte.